28 Ocak 2019 Pazartesi

Düşünme Üzerine Düşünme: Prelüdler


Biz ancak, düşünmenin
günümüze kadar oluşan
varlığını temelden
unutmamız şartıyla
öğrenebiliriz.
Martin Heidegger

I. Çocuk ve Düşünme

Düşünme deyince, başını iki eli arasına almış gözleri bir yere sabitlenmiş hareketsiz bir insan imgesi oluşuyor zihnimde. Hatırladığım ilk düşünme deneyimim, böyle bir imgeye kenetlenmiş gibi. Dikkatimi toparlamak için hareketsiz duruyordum. Sanki hareket etmek düşünmeme engelmiş gibi. Galiba içgüdüsel olarak öğreniyoruz, düşünürken durmayı. Zamanla, yürürken de iyi düşünebildiğimi fark ettim. Fakat düşüncemi kaydetmek için yine de durmam gerekiyordu.

Düşünme üzerine düşünürken, düşünmeyle ilgili ilk deneyimlerimin Allah üzerine olduğunu hatırlıyorum. Hiçbir şekli, şemaili, imgesi olmayan soyut bile diyemeyeceğimiz, şey olarak vasıflandıramayacağımız, varlık olarak göremeyeceğimiz bir’i, tek’i düşünmeye çalışıyordum. Sanırım, dil ile düşünme arasındaki ilişkiyi sezgisel olarak ilk fark edişim de Allah’ı düşünmeye çalışırken olmuştu. Dile getiremediğinizi düşünmek ve düşünemediğimizi dile getirmek zordu. Düşünme mi dilden önce gelir yoksa dil mi düşünmeden önce gelir diye teorik düzlemde birçok tartışma olduğunu çok sonra öğrenecektim.

Allah’ı düşünmeye başladığımda çocuktum. Düşünmeye odaklanamıyordum. Zihnime başka düşünceler akın ediyordu sürekli. Onları kovup düşünmeye çalıştığıma yöneliyordum yeniden. Sonra yine başka düşünceler beni başka bir yere savuruyordu. Hakikatli hiçbir sonuca ulaşamıyordum. Düşünmeyi başaramadığım için kendime kızıyordum. Çok sonra, aslında bunun düşünme konusunda çok iyi bir antrenman olduğunu anladım. Galiba o çabadan edindiğim en iyi sonuç, düşünme pratiğimin gelişmesiydi. Onun için, ne Allah’ın zatı dışında her şeyin düşünülebileceğini (tefekkür edilebileceğini) söyleyenler ne de çocukların somuttan soyuta doğru[1] düşünme kabiliyetinde olduğunu söyleyenlerin düşüncesi benim için makbul değil. Her şey, her zaman düşünülebilirdir, şey olmayanlar bile.


II. Alet Kutusundaki Eksikler: Düşünmeyle İlgili Bazı Kavramların Düşündürdükleri

Düşünme üzerine düşünmeye başlamam ise neredeyse yetişkinlik çağıma tekabül eder. Çocuklara düşünmeyi nasıl öğreteceğimizi düşünürken, eğitim literatürünün yönlendirmesiyle önce üstbiliş (metacognition)[2] sonra refleksiyon kavramları üzerinde çalışmaya başladım. Bir kavramın düşünülebilmesi için önce ona ünsiyet kazanmaya ihtiyaç vardı. Biliş bile kavranmazken, üstbiliş oldukça yabancıydı. Nice sonra biliş’i idrak olarak karşılamanın kavramın anlaşılırlığına katkı yapabileceğini fark ettim. Bu durumda kavramın düşünmeyle ilişkisi de açık hale geliyordu. Düşünme faaliyetinin zihni şebekesi olarak niteleyebileceğimiz kavrayış melekesiydi, idrak. Fakat gerçekte, kendi deneyimimizden de bildiğimiz üzere düşünme sadece idrakle ilgili değildi. Öğrenirken olduğu gibi düşünürken de idrakimiz yanında duyuşumuz, duygularımız hatta hareketlerimiz (yürümek, durmak gibi) iş birliği halindeydi. İnsanın idraki üstüne düşünmesi, nasıl idrak ettiğini anlamaya çalışması faydasız değildi belki; fakat düşünmeyi düşünme ve düşünmeyi öğrenme/öğretme açısından tek başına bir şey ifade etmiyordu.[3]

Refleksiyon kavramı ise başka bir muammaydı. Türkçe karşılıklarının anlaşılmazlığı bir yana, bu kavramın işaret ettiği deneyimin Türkçe düşünenler indinde bir karşılığı yok gibiydi. Yıllarca evirip çevirmeme rağmen hâlâ ne teoride ne pratikte bu kavrama anlaşılır bir karşılık bulamadım. Refleksiyonun ne olduğunu anlatmam gerektiğinde onu bir hâl olarak tarif ediyorum. Refleksiyon, düşünme üzerine dönerek/kıvrılarak düşünmektir deyince bir gülme tutuyor insanı. Sonuçta, refleksiyonu düşünme üzerine düşünme olarak kabul edin deyip çıkıveriyorum, işin içinden. Kavramlar üzerine düşünebilmek için onlara ünsiyet kazanmak gerektiğini belirtmiştim. Eklemeliyim, ünsiyetin oluşması için kavramın gündelik hayatta ya da pratikte karşılığı olmalı.

Başka bir açıdan bakmak gerekirse, refleksiyonun daha çok bilimsel alana ait bir kavram olarak görülmesinin; anlaşılıp kabul görmesindeki başka bir zorluk olduğu söylenebilir. Kavramların bu şekilde sadece belli bir alana gönderme yapıyormuş gibi kabul edilmesi, tefekkür[4] ve teemmül[5] gibi Türkçe konuşanların nispeten aşina olduğu düşünmeye dair kavramları da gündemimizden çıkarmıştır örneğin. Çünkü her iki kavram da dini alana münhasır sayılır olmuştur zamanla. Oysaki arkasında azımsanmayacak bir literatürün durduğu, gündelik hayatta da karşılığı olan bu iki kavram, Türkçe konuşanların düşünme deneyimine açıklık ve kolaylık sağlayabilirdi. Neyse ki son yıllarda -özellikle çevirilerde- çok tanınmayan öztürkçe karşılıklar yerine yerleşik karşılıkların kullanılmasında ısrarcı olan yazı erbabı sayesinde bu konuda gelişme kaydedildiği söylenebilir.

Düşünme literatüründe yer eden bu kavramların esasında düşünmemizle doğrudan ilgisi olmadığı düşünülebilir. Düşünebilmemiz için refleksiyonun, tefekkürün, teemmülün ve benzeri kavramların ne’liğini ya da ne anlama geldiğini bilmemize gerek yoktur. Çocuğun düşünme deneyimi de bu düşünceyi doğrular. Belirttiğimiz kavramları tanımadan yani bunlar üzerine kafa yormadan düşünebilir çocuk. Fakat düşünmeye, düşünme üzerine düşünme ya da düşünmeyi öğrenme/öğretme yönüyle baktığımızda durum değişir. Kavramlar bize öncülük eder ya da belirtilen örneklerde olduğu gibi bizi sınırlayabilir, hatta kötürüm bırakabilirler. Bu nedenle, bu alandaki kavramlar üzerine düşünmeli ve düşünmenin alet kutusunu düzenlemeli öncelikle.


III. Hangi Düşünme?

Düşünme üzerine düşünmeye başladığımda, “hangi düşünme?” hakkında düşündüğüme karar vermem de oldukça uzun zamanımı aldı. Nitekim düşünme üzerine düşünme, düşünmeyi öğretme ya da başka herhangi bir neden için düşünme üzerine çalışan/araştırma yapan herkesin karşılaştığı bu sorunu aşmak zordur gerçekte. İlgili alanların literatürüne bakıldığında öğrenme üzerine çalışanların “üstbiliş”, bilişsel bilimlerdekilerin “bilişsel stratejiler ve heuristik”, felsefecilerin ise “eleştirel düşünme ve muhakeme becerileri” üzerinde yoğunlaştığı görülür.[6] Çoğunlukla da bir alanın takipçileri diğerinin çalışmalarından bihaberdir veyahut onlara kayıtsızdır. Halbuki düşünme üzerine düşünme ya da düşünmeyi öğrenme/öğretme üzerine çalışanların konum gereği ilgili bütün disiplinlerin yaklaşımını bütüncül olarak gözetebilmesi gerekir. Bu durumda felsefenin, davranış bilimlerinin, psikolojinin, bilişsel bilimlerin ve ilgili diğer alanların düşünme üzerine geliştirdiği literatürü inceleyip harmanlamak, eşleştirmeler yapmak, oluşan boşlukları anlamlandırmaya çalışmak ve bazen ortaya çıkan karşıtlıkları uzlaştırmaya çalışmak gerekir. Örneğin; eleştirel düşünmeyi öğrenme/öğretme üzerine çalışanların felsefi literatürü kısmen takip etmesine rağmen beyinde düşünme süreçlerini inceleyen bilişsel bilimlerle/nörobilimle pek ilgilenmediği vakidir. Oysaki öğrenme/öğretme açısından bakanların beyinde bu sürecin işleyişine kayıtsız kalması gayri kabildir. Sadece öğrenme/öğretme açısından uygun yöntem ve materyal geliştirmek için bile olsa beyindeki düşünme ve öğrenme süreçlerini bilmek gerekeceği açıktır.

Konuya düşünmeyi öğrenme/öğretme açısından bakanların karşılaştıkları bir başka engel ise düşünmenin kendisini çeşitli araçlar açısından bölen -uygulama yönünü belirlemeye yönelik- tasniflerdir. Düşünme; türler, biçimler, beceriler, stratejiler gibi çeşitli başlıklar altında sınıflandırılmakta; fakat çoğunlukla bu tasniflerin neden böyle yapıldığı, birbirlerinden hangi yönleriyle ayrıldıkları ve bu tasniflerin teoriye/uygulamaya katkısının ne olacağı anlaşılamamaktadır. Düşünme konusunda oluşturulan hiyerarşik modeller de bu karışıklığın başka bir yönünü teşkil etmektedir. Örneğin, kimi tasniflere göre karar verme ve problem çözme eleştirel düşünmenin alt başlıkları olarak sayılırken, başka bazı tasniflere göre eleştirel düşünmeden bağımsız düşünme biçimleridir.[7]

Oysaki tasnifler araştırmayı ve öğrenmeyi kolaylaştırıcı olarak görülürken, doğal düşünme/öğrenme yollarını kapatarak açık uçlu-yaratıcı düşünme süreçlerinin gelişmesine engel oluşturabilirler. Bu tasnifler nedeniyle düşünme gibi bir konuda hiç arzu etmeyeceğimiz bir durumla karşı karşıya gelebiliriz. Yapmamız gereken, bu tasniflerin yapay olduğunu, değişmez olmadığını akılda tutmak ve genel kabullerden farklı düşünmeye ve yeni bileşenler oluşturmaya imkân sağlamaktır. Aynı zamanda düşünme eğitim öğretiminde egemen olan stratejilerle düşünme becerisi öğretiminin bu kadar parçalı bir yapıda oldukça zorlaşabileceğinin farkında olmak da önemlidir. Bir örnek üzerinden bakarsak; aslında çoğumuz, düşünürken eleştirel düşünmeyle yaratıcı düşünmeyi tamamen birbirinden ayırt edemeyiz. Fakat düşünme öğretiminde hem bu iki düşünmeyi birbirinden ayrı ele alır hem de birçok farklı stratejiye bölerek öğrenenlere sunarız. Halbuki düşünme eğitim öğretiminde her bir düşünmeyi ayrı stratejilerle öğretmeye çalışmamız hem öğretici hem de öğrenen için gereksizce zorlaştırma anlamına gelebilir. Bunun yerine, düşünmeye daha geniş bir çerçeveden bakmak ve daha esnek sınırlar içinde gelişimine izin vermek daha uygun olabilir.


IV. Düşünmeyle/Düşünmeyi Ne Yapmalı?

Düşünme üzerine düşünme konusu üzerinde çalışan birçok kişi gibi ben de Heidegger’in düşünmeye getirdiği ayrımla karşılaştım sonunda. Filozof, düşünmeyi hesabi düşünme ve teemmüli düşünme (asli/sahici düşünme) olarak ikiye ayırıyordu. Hesabi düşünme, kapalı-uçlu, mantığa tabi, sıradan, bildiğimiz anlamda düşünmeyi ifade ederken teemmüli düşünme açık-uçlu, serbest, kayıtsız, sonuca yönelik olmayan ve derinlikli bir düşünmeye işaret ediyordu[8] Kendi düşünme deneyimimi değerlendirdiğimde her iki yönden düşünmeyi de -adlarını bilmeden de olsa- çoğu kez bir kendiliğindenlik içinde deneyimlediğimi görüyordum. Elbette teemmül etmek, “düşünmek zaman gerektirir; kendi zamanını alır. Çok ama çok zaman!” dediği kadar vardı, Heidegger’in.[9] Bu tarz düşünmenin ne açık bir sistematiği ne de bir sınırı vardı. Belirli bir amacı olmadığı gibi çoğunlukla açık bir sonuca da ulaşmıyordu. Düşünmenin varlığın akışına karıştığını hissettiğiniz kaynaşma hali dışında genelde ifadeye bile kavuşmayan bir haldi bu. Çocuğun Allah’ı düşünmesi gibi yol-yordamını ve açık kazanımlarını göstermenin oldukça zor olduğu bu düşünme kipinin düşünme üzerine düşünme literatüründe ihmal ediliyor olması da şaşırtıcı değildi bu yüzden. Düşünmeyi öğrenme/öğretme açısından bakıldığında ise teemmülün nasıl vücut bulacağını, öğrenmenin/öğretmenin konusu haline getirmek refleksiyondan çok daha zor görünüyordu. Çünkü doğası gereği, öğrenmeye/öğretmeye çok açık bir konumda değildi tememmüli düşünme.

Düşünmeyle ilgili kavramlar ve düşünme tasnifleri nedeniyle başta yaşadığım karmaşaya; düşünme üzerine çalışan disiplinler ve filozofların yaklaşımındaki uzlaşmazlıklar, düşüncelerindeki tanımlanamazlık ve hayata geçirilemezlikler de eklenmişti böylece. Peki, o zaman ne yapmalı sorusuyla baş başaydım artık. Heidegger, “düşünmenin günümüze kadar ulaşan varlığını temelden unutmamız şartıyla” öğrenebileceğimizi; fakat “aynı zamanda, düşünmeyi tanımamız” gerektiğini söylüyordu [10] Belki de yapmamız gereken Heidegger’in düşünceleri de dâhil olmak üzere tüm hazır düşünceleri, keza düşünce üzerine o ana kadar bildiğimiz her şeyi bir kenara koyarak düşünmeyi bizzat ve yeni baştan tanıma yolculuğuna başlamaktı. Ben, evet, işte böyle başladım düşünmeyi düşünmeye yeniden.


V. Epilog

Bu yazıyı, kendimden başlayarak ve kendi yolculuğuma dayanarak yazdım. Sonuçta geldiğim noktanın düşünme üzerine düşünmeye ve düşünmeyi öğrenmeye/öğretmeye yönelik sistematik çabaların düşünme açısından pek bir sonuç vermediğini fark etmek olması hazin, aynı zamanda düşündürücüdür. Belki de düşünmenin filozofunun dediği gibi “düşünce, onu şimdiye kadar orada, durduğu yerde bırakmadı.”[11] Ve belki kendisinin bıraktığı yerde de durmadı düşünce. Kim bilir?



[1] Piaget’nin çalışmalarına dayandırılan çocuğun bilişsel gelişim evreleri konusunda Piaget’ye gelen eleştiriler hakkında açıklayıcı bir yaklaşım için bkz. Houdé (2006). Olivier Houdé, Çocuk psikolojisi, Çev. İsmail Yerguz, 2006, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
[2] Deheane (2018, s. 39), bilişsel bilimcilerin üstbilişi “birinin kendi zihni üzerine düşünme kapasitesi” olarak tanımladıklarını belirtiyor. Stanislas Dehaene, Bilinç ve beyin, Çev. Sibel Sevinç, 2018, İstanbul: Alfa Yayınları.
[3] Arendt (2018, s. 33), Kant’ın Vernunft (akıl) ve Verstand (anlama) yetisi arasında yaptığı ayrıma dayalı olarak; akıl yetisinin, düşünme dediğimiz zihinsel etkinliğe ve mana kaygısına karşılık geldiğini; anlama yetisinin ise zihinsel etkinlik olarak bilmeye ve bilişe (idrake) karşılık geldiğini belirtmektedir. Bu yaklaşımı esas almamız halinde biliş (idrak) ile düşünme arasında varsaydığımız bağlantı daha da tartışmalı hale gelmektedir. Hannah Arendt, Zihnin yaşamı, Çev. İsmail Ilgar, 2018, İstanbul: İletişim Yayınları.
[4] Tefekkür kavramının Batı Felsefesindeki benzer yolculuğu için bknz. Arendt (a.g.e).
[5] Gözel, teemmül kavramını “derinlemesine düşünüp-taşınma” olarak Heidegger’in “asli/sahici düşünme”sine karşılık olarak kullanıyor. Özkan Gözel, Öznenin hakikat kaygısı, 2017, İstanbul: İz Yayınları, s. 164. Belirtmek gerekirse, metin içerisinde teemmül kelimesini, tefekkür kelimesinden farklı olarak bu anlamda kullanıyorum.
[6] Ahmet Doğanay, Üst düzey düşünme becerilerinin öğretimi, Öğretim İlke ve Yöntemleri içinde, 279-331, Ed. Ahmet Doğanay, 2007, s. 281, Ankara: Pegem Yayınları.
[7] Problem çözme ve karar vermenin düşünme türleri arasında sayılması ve eleştirel düşünme içinde tasnif edilmesinin kendisi üzerinde ayrıca düşünmek gerekir. Her ikisi de düşünmeden daha çok idrak (biliş) alanına giriyor gibi görünmektedir. Yukarıda Arendt’e yapılan atıf çerçevesinde bakıldığında bu iki kavram “anlama” yetisine daha yakın görünmektedir. Bu konu, Heidegger’in Batı Felsefesinde düşünmenin mantığa hasredilmiş olmasına dair yaklaşımıyla bağlantılı olarak da değerlendirilebilir. Ayrıca bu fikre dayanarak “karar verme” becerisi çerçevesinde günümüzde çok etkili olan Kahneman’ın Hızlı ve Yavaş Düşünme olarak ayırt ettiği iki sistemin de anlama yetisi çerçevesinde düşünülmesi gerektiği, yani düşünme değil idrak bahsi içinde değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülebilir. Fakat halihazırda bilişsel bilimler açısından bu iki kavramın düşünme başlığı altında değerlendirildiği görülmektedir. Haddizatında Heidegger tarafından da kendi tanımı doğrultusunda bu iki düşünme türünün hesabi düşünme kapsamı dâhilinde görülmüş olabileceği söylenebilir.
[8] Hesabi düşünme ve temmeüli (asli/sahici) düşünmeyi tanımlarken faydalandığım metin için bkz. Özkan Gözel, Kendi içine düşmek, 2018, s. 37-39, İstanbul: Ketebe Yayınları.
[9] Martin Heidegger, Düşünmenin kaderi…, Söyleşi: Richard Wisser, Çev. Ahmet Yenisey, Notos, Şubat-Mart 2018, 68, 67-73.
[10] Martin Heidegger, Düşünmek ne demektir?, Çev. Rıdvan Şentürk, 2013, s. 7, İstanbul: Paradigma Yayınları.
[11] Martin Heidegger, a.g.e, 2013, s. 30.

18 Haziran 2018 Pazartesi

Öğretmen Eğitiminde Araştırma Temelli Disiplinlerarası Bir Model Uygulaması: Sosyal Bilimler Enstitüsü


Öğretmen eğitiminde araştırma temelli disiplinlerarası bir model uygulayan İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü İstanbul Öğretmen Akademileri Sosyal Bilimler Enstitüsü*, çalışmalarını üç dönemdir sürdürüyor. Enstitü, bugüne kadar çalışmalarına gönüllü olarak düzenli bir şekilde katılan 115** öğretmeni mezun etti.

Sosyal Bilimler Enstitüsü programı, temel olarak; araştırma uygulaması, öğretmen performansları, eleştirel okumalar (4 kitabın*** zorunlu okuması ve değerlendirilmesi şeklinde), seminerler-atölyeler ve katılımcıların araştırma sunumları şeklinde kategorize edilen beş başlık altında yürütülüyor. Sosyal Bilimler Enstitüsünde uygulanan bu programla, katılımcı öğretmenlerin; bilgi, bilgi kaynakları, bilim, bilimin doğası, bilimsel yöntem, bilim felsefesi, bilim sosyolojisi, sosyal bilimler, sosyal bilimlerin doğası, sosyal bilimler felsefesi, sosyal bilimler metodolojisi, sosyal bilimlerde araştırmanın epistemolojik temelleri, düşünme ve çocuklarla felsefe gibi konularda mevcut bilgi ve algılarını gözden geçirmeleri ve yeniden inşa etmeleri; sosyal bilimler araştırma yöntemlerini tanımaları ve bir sosyal bilim araştırmacısı gibi araştırma süreçleri içerisinde yer almaları; öğrencilerinin sosyal bilimler araştırmalarına rehberlik edebilmeleri ve sosyal bilimlerin öğretiminde sosyal bilimlerin doğasına uygun bilimsel bir anlayışı nasıl inşa edebilecekleri üzerine düşünmelerini sağlamak hedefleniyor.

Katılımcı öğretmenler ve proje yürütücülerinin değerlendirmelerine göre; program, öğretmenlerin sosyal bilimler algısını ve araştırmaya yaklaşımını etkilediği gibi araştırma eğitimi açısından önemli kazanımlar elde etmelerini sağlıyor. Katılımcılar, enstitü çalışmalarının etkisiyle sosyal bilimler üzerine teorik okumalarını sürdürme, araştırma becerilerini ilerletme, öğrencilerini araştırmaya teşvik etme ve onlara araştırmayı öğretme hususlarında yetkinlikleri yanında heyecan ve motivasyonlarının da arttığını belirtiyor.


Bir Öğretmen Eğitimi Modeli Olarak Sosyal Bilimler Enstitüsünün Vizyonu

Öğretmenlerin mesleğe başladıktan sonra kendi konu alanlarında, pedagoji alanında ve eğitim teknolojisi gibi uygulamaya dönük alanlarda kendilerini geliştirmeye ihtiyaç duydukları görülmektedir. Birçok profesyonel meslek sahasında olduğu gibi öğretmenlik alanında da bu ihtiyaçlar, hizmet içi eğitim programlarıyla giderilmeye çalışılmaktadır. Varsayılan ihtiyaçlara bağlı olarak; öğretmenlere yönelik hizmet içi eğitim programlarının genelde alana yönelik kurslar ya da pedagoji veya eğitim teknolojileri yeterliklerini artırmaya yönelik çalışmalar olarak düzenlendiği görülmektedir.

Konu alanında daha fazla uzmanlaşma, pedagoji ve eğitim teknolojilerinde ise daha fazla bilgi ve beceriye sahip olmanın öğretmenlerin mesleki gelişimi açısından yararlı olduğu genel kabul görmektedir. Fakat her alanda hızlı ve yoğun bir şekilde artan bilgi birikimiyle uzmanlık alanları arasındaki sınırların belirsizleştiği zamanımızda öğretmenlerin disiplinlerarası araştırma yapma ve kendi alanı dışında farklı yönlerde kendisini geliştirmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca lisans eğitimleri sırasında alanda uzmanlaşmaya yoğunlaşılması nedeniyle sosyal bilimler alanları arasındaki etkileşim ve metodolojik alışverişlerin öğretmen adaylarına yeterince fark ettirilememiş olması da sosyal bilimlere bakış açısını ve sosyal bilimlerin gelişimini olumsuz etkiliyor görünmektedir. Bu yönüyle de bu tip disiplinlerarası mesleki gelişim çalışmalarının öğretmenlerin sosyal bilimlerin doğasına ve metodolojisine yönelik bir ilgi geliştirmelerinde olumlu katkıları olacağı/olduğu düşünülmektedir.


*Sosyal Bilimler Enstitüsü web: http://akademi.istmem.com/sosyalbilimler.php


**Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017 Güz döneminde kendi bünyesinde açtığı ve farklı bir program uyguladığı Sosyal Bilimler Atölyesinden ayrıca 30 öğretmeni mezun etmiştir.

***Eleştirel okumaları yapılan kitaplar:

Bilimsel Zihnin Oluşumu, Gaston Bachelard, İthaki Yayınları (Çeviren: Alp Tümertekin)
Cahil Hoca -Zihinsel Özgürleşme Üzerine Beş Ders-, Jacques Rancière, Metis Yayınları (Çeviren: Savaş Kılıç)
Toplumu Anlatmak, Howard S. Becker, Heretik Yayıncılık (Türkçe söyleyenler: Mesut Hazır,  Ebru Arıcan, Şerife Geniş)
Tanrı, Adalet, Aşk, Güzellik -Dört Küçük Konferans-, Jean-Luc Nancy, MonoKL Yayınları (Çeviren: Murat Erşen)