Biz ancak, düşünmenin
günümüze kadar oluşan
varlığını temelden
unutmamız şartıyla
öğrenebiliriz.
Martin
Heidegger
I.
Çocuk ve Düşünme
Düşünme deyince, başını iki eli arasına almış gözleri bir yere sabitlenmiş hareketsiz bir insan imgesi oluşuyor zihnimde. Hatırladığım ilk düşünme deneyimim, böyle bir imgeye kenetlenmiş gibi. Dikkatimi toparlamak için hareketsiz
duruyordum. Sanki hareket etmek düşünmeme engelmiş gibi. Galiba içgüdüsel
olarak öğreniyoruz, düşünürken durmayı. Zamanla, yürürken de iyi
düşünebildiğimi fark ettim. Fakat düşüncemi kaydetmek için yine de durmam
gerekiyordu.
Düşünme üzerine düşünürken, düşünmeyle ilgili ilk
deneyimlerimin Allah üzerine olduğunu hatırlıyorum. Hiçbir şekli, şemaili, imgesi
olmayan soyut bile diyemeyeceğimiz, şey olarak vasıflandıramayacağımız, varlık
olarak göremeyeceğimiz bir’i, tek’i düşünmeye çalışıyordum. Sanırım, dil ile
düşünme arasındaki ilişkiyi sezgisel olarak ilk fark edişim de Allah’ı
düşünmeye çalışırken olmuştu. Dile getiremediğinizi düşünmek ve
düşünemediğimizi dile getirmek zordu. Düşünme mi dilden önce gelir yoksa dil mi
düşünmeden önce gelir diye teorik düzlemde birçok tartışma olduğunu çok sonra
öğrenecektim.
Allah’ı düşünmeye başladığımda çocuktum.
Düşünmeye odaklanamıyordum. Zihnime başka düşünceler akın ediyordu sürekli.
Onları kovup düşünmeye çalıştığıma yöneliyordum yeniden. Sonra yine başka
düşünceler beni başka bir yere savuruyordu. Hakikatli hiçbir sonuca
ulaşamıyordum. Düşünmeyi başaramadığım için kendime kızıyordum. Çok sonra,
aslında bunun düşünme konusunda çok iyi bir antrenman olduğunu anladım. Galiba
o çabadan edindiğim en iyi sonuç, düşünme pratiğimin gelişmesiydi. Onun için,
ne Allah’ın zatı dışında her şeyin düşünülebileceğini (tefekkür edilebileceğini)
söyleyenler ne de çocukların somuttan soyuta doğru[1]
düşünme kabiliyetinde olduğunu söyleyenlerin düşüncesi benim için makbul değil.
Her şey, her zaman düşünülebilirdir, şey olmayanlar bile.
II.
Alet Kutusundaki Eksikler: Düşünmeyle İlgili Bazı Kavramların Düşündürdükleri
Düşünme üzerine düşünmeye başlamam ise neredeyse
yetişkinlik çağıma tekabül eder. Çocuklara düşünmeyi nasıl öğreteceğimizi
düşünürken, eğitim literatürünün yönlendirmesiyle önce üstbiliş (metacognition)[2]
sonra refleksiyon kavramları üzerinde çalışmaya başladım. Bir kavramın
düşünülebilmesi için önce ona ünsiyet kazanmaya ihtiyaç vardı. Biliş bile
kavranmazken, üstbiliş oldukça yabancıydı. Nice sonra biliş’i idrak olarak
karşılamanın kavramın anlaşılırlığına katkı yapabileceğini fark ettim. Bu
durumda kavramın düşünmeyle ilişkisi de açık hale geliyordu. Düşünme faaliyetinin
zihni şebekesi olarak niteleyebileceğimiz kavrayış melekesiydi, idrak. Fakat gerçekte,
kendi deneyimimizden de bildiğimiz üzere düşünme sadece idrakle ilgili değildi.
Öğrenirken olduğu gibi düşünürken de idrakimiz yanında duyuşumuz, duygularımız hatta
hareketlerimiz (yürümek, durmak gibi) iş birliği halindeydi. İnsanın idraki
üstüne düşünmesi, nasıl idrak ettiğini anlamaya çalışması faydasız değildi
belki; fakat düşünmeyi düşünme ve düşünmeyi öğrenme/öğretme açısından tek
başına bir şey ifade etmiyordu.[3]
Refleksiyon kavramı ise başka bir muammaydı.
Türkçe karşılıklarının anlaşılmazlığı bir yana, bu kavramın işaret ettiği
deneyimin Türkçe düşünenler indinde bir karşılığı yok gibiydi. Yıllarca evirip
çevirmeme rağmen hâlâ ne teoride ne pratikte bu kavrama anlaşılır bir karşılık bulamadım.
Refleksiyonun ne olduğunu anlatmam gerektiğinde onu bir hâl olarak tarif
ediyorum. Refleksiyon, düşünme üzerine dönerek/kıvrılarak düşünmektir deyince
bir gülme tutuyor insanı. Sonuçta, refleksiyonu düşünme üzerine düşünme olarak kabul
edin deyip çıkıveriyorum, işin içinden. Kavramlar üzerine düşünebilmek için
onlara ünsiyet kazanmak gerektiğini belirtmiştim. Eklemeliyim, ünsiyetin
oluşması için kavramın gündelik hayatta ya da pratikte karşılığı olmalı.
Başka bir açıdan bakmak gerekirse, refleksiyonun
daha çok bilimsel alana ait bir kavram olarak görülmesinin; anlaşılıp kabul
görmesindeki başka bir zorluk olduğu söylenebilir. Kavramların bu şekilde
sadece belli bir alana gönderme yapıyormuş gibi kabul edilmesi, tefekkür[4]
ve teemmül[5]
gibi Türkçe konuşanların nispeten aşina olduğu düşünmeye dair kavramları da gündemimizden
çıkarmıştır örneğin. Çünkü her iki kavram da dini alana münhasır sayılır
olmuştur zamanla. Oysaki arkasında azımsanmayacak bir literatürün durduğu,
gündelik hayatta da karşılığı olan bu iki kavram, Türkçe konuşanların düşünme
deneyimine açıklık ve kolaylık sağlayabilirdi. Neyse ki son yıllarda -özellikle
çevirilerde- çok tanınmayan öztürkçe karşılıklar yerine yerleşik karşılıkların
kullanılmasında ısrarcı olan yazı erbabı sayesinde bu konuda gelişme
kaydedildiği söylenebilir.
Düşünme literatüründe yer eden bu kavramların
esasında düşünmemizle doğrudan ilgisi olmadığı düşünülebilir. Düşünebilmemiz
için refleksiyonun, tefekkürün, teemmülün ve benzeri kavramların ne’liğini ya
da ne anlama geldiğini bilmemize gerek yoktur. Çocuğun düşünme deneyimi de bu
düşünceyi doğrular. Belirttiğimiz kavramları tanımadan yani bunlar üzerine kafa
yormadan düşünebilir çocuk. Fakat düşünmeye, düşünme üzerine düşünme ya da
düşünmeyi öğrenme/öğretme yönüyle baktığımızda durum değişir. Kavramlar bize
öncülük eder ya da belirtilen örneklerde olduğu gibi bizi sınırlayabilir, hatta
kötürüm bırakabilirler. Bu nedenle, bu alandaki kavramlar üzerine düşünmeli ve
düşünmenin alet kutusunu düzenlemeli öncelikle.
III.
Hangi Düşünme?
Düşünme üzerine düşünmeye başladığımda, “hangi düşünme?”
hakkında düşündüğüme karar vermem de oldukça uzun zamanımı aldı. Nitekim düşünme
üzerine düşünme, düşünmeyi öğretme ya da başka herhangi bir neden için düşünme
üzerine çalışan/araştırma yapan herkesin karşılaştığı bu sorunu aşmak zordur
gerçekte. İlgili alanların literatürüne bakıldığında öğrenme üzerine
çalışanların “üstbiliş”, bilişsel bilimlerdekilerin “bilişsel stratejiler ve
heuristik”, felsefecilerin ise “eleştirel düşünme ve muhakeme becerileri”
üzerinde yoğunlaştığı görülür.[6]
Çoğunlukla da bir alanın takipçileri diğerinin çalışmalarından bihaberdir veyahut
onlara kayıtsızdır. Halbuki düşünme üzerine düşünme ya da düşünmeyi öğrenme/öğretme
üzerine çalışanların konum gereği ilgili bütün disiplinlerin yaklaşımını
bütüncül olarak gözetebilmesi gerekir. Bu durumda felsefenin, davranış
bilimlerinin, psikolojinin, bilişsel bilimlerin ve ilgili diğer alanların düşünme
üzerine geliştirdiği literatürü inceleyip harmanlamak, eşleştirmeler yapmak, oluşan
boşlukları anlamlandırmaya çalışmak ve bazen ortaya çıkan karşıtlıkları
uzlaştırmaya çalışmak gerekir. Örneğin; eleştirel düşünmeyi öğrenme/öğretme
üzerine çalışanların felsefi literatürü kısmen takip etmesine rağmen beyinde
düşünme süreçlerini inceleyen bilişsel bilimlerle/nörobilimle pek ilgilenmediği
vakidir. Oysaki öğrenme/öğretme açısından bakanların beyinde bu sürecin
işleyişine kayıtsız kalması gayri kabildir. Sadece öğrenme/öğretme açısından
uygun yöntem ve materyal geliştirmek için bile olsa beyindeki düşünme ve
öğrenme süreçlerini bilmek gerekeceği açıktır.
Konuya düşünmeyi öğrenme/öğretme açısından
bakanların karşılaştıkları bir başka engel ise düşünmenin kendisini çeşitli
araçlar açısından bölen -uygulama yönünü belirlemeye yönelik- tasniflerdir.
Düşünme; türler, biçimler, beceriler, stratejiler gibi çeşitli başlıklar
altında sınıflandırılmakta; fakat çoğunlukla bu tasniflerin neden böyle
yapıldığı, birbirlerinden hangi yönleriyle ayrıldıkları ve bu tasniflerin teoriye/uygulamaya
katkısının ne olacağı anlaşılamamaktadır. Düşünme konusunda oluşturulan hiyerarşik
modeller de bu karışıklığın başka bir yönünü teşkil etmektedir. Örneğin, kimi
tasniflere göre karar verme ve problem çözme eleştirel düşünmenin alt
başlıkları olarak sayılırken, başka bazı tasniflere göre eleştirel düşünmeden
bağımsız düşünme biçimleridir.[7]
Oysaki tasnifler araştırmayı ve öğrenmeyi
kolaylaştırıcı olarak görülürken, doğal düşünme/öğrenme yollarını kapatarak
açık uçlu-yaratıcı düşünme süreçlerinin gelişmesine engel oluşturabilirler. Bu
tasnifler nedeniyle düşünme gibi bir konuda hiç arzu etmeyeceğimiz bir durumla
karşı karşıya gelebiliriz. Yapmamız gereken, bu tasniflerin yapay olduğunu,
değişmez olmadığını akılda tutmak ve genel kabullerden farklı düşünmeye ve yeni
bileşenler oluşturmaya imkân sağlamaktır. Aynı zamanda düşünme eğitim öğretiminde
egemen olan stratejilerle düşünme
becerisi öğretiminin bu kadar parçalı bir yapıda oldukça zorlaşabileceğinin
farkında olmak da önemlidir. Bir örnek üzerinden bakarsak; aslında çoğumuz, düşünürken
eleştirel düşünmeyle yaratıcı düşünmeyi tamamen birbirinden ayırt edemeyiz. Fakat
düşünme öğretiminde hem bu iki düşünmeyi birbirinden ayrı ele alır hem de
birçok farklı stratejiye bölerek öğrenenlere sunarız. Halbuki düşünme eğitim
öğretiminde her bir düşünmeyi ayrı stratejilerle öğretmeye çalışmamız hem öğretici
hem de öğrenen için gereksizce zorlaştırma anlamına gelebilir. Bunun yerine,
düşünmeye daha geniş bir çerçeveden bakmak ve daha esnek sınırlar içinde
gelişimine izin vermek daha uygun olabilir.
IV.
Düşünmeyle/Düşünmeyi Ne Yapmalı?
Düşünme üzerine düşünme konusu üzerinde çalışan
birçok kişi gibi ben de Heidegger’in düşünmeye getirdiği ayrımla karşılaştım
sonunda. Filozof, düşünmeyi hesabi düşünme ve teemmüli düşünme (asli/sahici
düşünme) olarak ikiye ayırıyordu. Hesabi düşünme, kapalı-uçlu, mantığa tabi, sıradan,
bildiğimiz anlamda düşünmeyi ifade ederken teemmüli düşünme açık-uçlu, serbest,
kayıtsız, sonuca yönelik olmayan ve derinlikli bir düşünmeye işaret ediyordu[8]
Kendi düşünme deneyimimi değerlendirdiğimde her iki yönden düşünmeyi de
-adlarını bilmeden de olsa- çoğu kez bir kendiliğindenlik içinde
deneyimlediğimi görüyordum. Elbette teemmül etmek, “düşünmek zaman gerektirir;
kendi zamanını alır. Çok ama çok zaman!” dediği kadar vardı, Heidegger’in.[9]
Bu tarz düşünmenin ne açık bir sistematiği ne de bir sınırı vardı. Belirli bir
amacı olmadığı gibi çoğunlukla açık bir sonuca da ulaşmıyordu. Düşünmenin
varlığın akışına karıştığını hissettiğiniz kaynaşma hali dışında genelde ifadeye
bile kavuşmayan bir haldi bu. Çocuğun Allah’ı düşünmesi gibi yol-yordamını ve
açık kazanımlarını göstermenin oldukça zor olduğu bu düşünme kipinin düşünme
üzerine düşünme literatüründe ihmal ediliyor olması da şaşırtıcı değildi bu
yüzden. Düşünmeyi öğrenme/öğretme açısından bakıldığında ise teemmülün nasıl vücut
bulacağını, öğrenmenin/öğretmenin konusu haline getirmek refleksiyondan çok
daha zor görünüyordu. Çünkü doğası gereği, öğrenmeye/öğretmeye çok açık bir
konumda değildi tememmüli düşünme.
Düşünmeyle ilgili kavramlar ve düşünme tasnifleri
nedeniyle başta yaşadığım karmaşaya; düşünme üzerine çalışan disiplinler ve filozofların
yaklaşımındaki uzlaşmazlıklar, düşüncelerindeki tanımlanamazlık ve hayata
geçirilemezlikler de eklenmişti böylece. Peki, o zaman ne yapmalı sorusuyla baş
başaydım artık. Heidegger, “düşünmenin günümüze kadar ulaşan varlığını temelden
unutmamız şartıyla” öğrenebileceğimizi; fakat “aynı zamanda, düşünmeyi
tanımamız” gerektiğini söylüyordu [10]
Belki de yapmamız gereken Heidegger’in düşünceleri de dâhil olmak üzere tüm
hazır düşünceleri, keza düşünce üzerine o ana kadar bildiğimiz her şeyi bir
kenara koyarak düşünmeyi bizzat ve yeni baştan tanıma yolculuğuna başlamaktı. Ben,
evet, işte böyle başladım düşünmeyi düşünmeye yeniden.
V.
Epilog
Bu yazıyı, kendimden başlayarak ve kendi
yolculuğuma dayanarak yazdım. Sonuçta geldiğim noktanın düşünme üzerine
düşünmeye ve düşünmeyi öğrenmeye/öğretmeye yönelik sistematik çabaların düşünme
açısından pek bir sonuç vermediğini fark etmek olması hazin, aynı zamanda
düşündürücüdür. Belki de düşünmenin filozofunun dediği gibi “düşünce, onu
şimdiye kadar orada, durduğu yerde bırakmadı.”[11]
Ve belki kendisinin bıraktığı yerde de durmadı düşünce. Kim bilir?
[1] Piaget’nin çalışmalarına
dayandırılan çocuğun bilişsel gelişim evreleri konusunda Piaget’ye gelen
eleştiriler hakkında açıklayıcı bir yaklaşım için bkz. Houdé (2006).
Olivier Houdé, Çocuk psikolojisi,
Çev. İsmail Yerguz, 2006, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
[2] Deheane (2018, s. 39),
bilişsel bilimcilerin üstbilişi “birinin kendi zihni üzerine düşünme
kapasitesi” olarak tanımladıklarını belirtiyor. Stanislas Dehaene, Bilinç ve beyin, Çev. Sibel Sevinç,
2018, İstanbul: Alfa Yayınları.
[3] Arendt (2018, s. 33),
Kant’ın Vernunft (akıl) ve Verstand (anlama) yetisi arasında yaptığı ayrıma
dayalı olarak; akıl yetisinin, düşünme dediğimiz zihinsel etkinliğe ve mana
kaygısına karşılık geldiğini; anlama yetisinin ise zihinsel etkinlik olarak
bilmeye ve bilişe (idrake) karşılık geldiğini belirtmektedir. Bu yaklaşımı esas almamız
halinde biliş (idrak) ile düşünme arasında varsaydığımız bağlantı daha da tartışmalı hale gelmektedir.
Hannah Arendt, Zihnin yaşamı, Çev.
İsmail Ilgar, 2018, İstanbul: İletişim Yayınları.
[4] Tefekkür kavramının Batı
Felsefesindeki benzer yolculuğu için bknz. Arendt (a.g.e).
[5] Gözel, teemmül kavramını “derinlemesine
düşünüp-taşınma” olarak Heidegger’in “asli/sahici düşünme”sine karşılık olarak
kullanıyor. Özkan Gözel, Öznenin hakikat
kaygısı, 2017, İstanbul: İz Yayınları, s. 164. Belirtmek gerekirse, metin
içerisinde teemmül kelimesini, tefekkür kelimesinden farklı olarak bu anlamda
kullanıyorum.
[6] Ahmet Doğanay, Üst düzey
düşünme becerilerinin öğretimi, Öğretim
İlke ve Yöntemleri içinde, 279-331, Ed. Ahmet Doğanay, 2007, s. 281,
Ankara: Pegem Yayınları.
[7] Problem çözme ve karar
vermenin düşünme türleri arasında sayılması ve eleştirel düşünme içinde tasnif
edilmesinin kendisi üzerinde ayrıca düşünmek gerekir. Her ikisi de düşünmeden
daha çok idrak (biliş) alanına giriyor gibi görünmektedir. Yukarıda Arendt’e
yapılan atıf çerçevesinde bakıldığında bu iki kavram “anlama” yetisine daha
yakın görünmektedir. Bu konu, Heidegger’in Batı Felsefesinde düşünmenin mantığa
hasredilmiş olmasına dair yaklaşımıyla bağlantılı olarak da değerlendirilebilir.
Ayrıca bu fikre dayanarak “karar verme” becerisi çerçevesinde günümüzde çok
etkili olan Kahneman’ın Hızlı ve Yavaş Düşünme olarak ayırt ettiği iki sistemin
de anlama yetisi çerçevesinde düşünülmesi gerektiği, yani düşünme değil idrak
bahsi içinde değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülebilir. Fakat halihazırda bilişsel
bilimler açısından bu iki kavramın düşünme başlığı altında değerlendirildiği
görülmektedir. Haddizatında Heidegger tarafından da kendi tanımı doğrultusunda
bu iki düşünme türünün hesabi düşünme kapsamı dâhilinde görülmüş olabileceği söylenebilir.
[8] Hesabi düşünme ve temmeüli
(asli/sahici) düşünmeyi tanımlarken faydalandığım metin için bkz. Özkan Gözel, Kendi içine düşmek, 2018, s. 37-39, İstanbul:
Ketebe Yayınları.
[9] Martin Heidegger,
Düşünmenin kaderi…, Söyleşi: Richard Wisser, Çev. Ahmet Yenisey, Notos, Şubat-Mart 2018, 68, 67-73.
[10] Martin Heidegger, Düşünmek
ne demektir?, Çev. Rıdvan Şentürk, 2013, s. 7, İstanbul: Paradigma Yayınları.
[11] Martin Heidegger, a.g.e, 2013, s. 30.
Belki düşünmeye bir tarif vermek yerine onu ihtiyaçların şekillendirdiği bir pratik olarak kabul etmek en doğrusu. Yeri geldiğinde eleştirel ya da bilişsel vs
YanıtlaSil