24 Nisan 2016 Pazar

Bireysel Farklılıklardan Evrensel Tasarıma; Çoklu Zekâ ve Öğrenme Stilleri Deneyimlerinden Çıkarılacak Dersler

Çoklu zekâ, klasik zekâ anlayışına eleştirel bir anlayışla ortaya çıkmıştı. Şunu demek istiyorum: Çoklu zekâ yaklaşımının bilimsel arka planı olsa da, aslında tek faktörlü zeka anlayışına alternatif olması nedeniyle bu kadar ön plana çıktı. Genetik-çevre, nasıl şekilleniyor olursa olsun bildiğimiz anlamda IQ herkeste eşit olmadığı gibi, zekâ açısından bir kere yafta yiyen çocukların ömrübillah eğitimi rast gitmiyordu. Çoklu zekâ, bu çocuklar için dezavantajları azaltmak açısından bir şanstı. Peki, ama nasıl olacaktı bu iş? Her çocuğun potansiyeli birbirinden farklıysa okul, öğretmen hatta aileler bu potansiyeli geliştirmek için ne yapabilirdi? Öğretmenlere çoklu zekânın ne olduğu anlatıldı. Sonra çeşit çeşit zekâlara yönelik olarak konuların nasıl anlatılabileceğini planlamaya yönelik bir sürü çalışma yapıldı. İçeriğin hem Bloom taksonomisi hem de Çoklu Zekâ anlayışına göre aktarılabileceği etkinlikler hazırlandı mesela. Peki sonuç? Bir konuyu bir anlayışa göre bile anlatmayı yetiştiremeyen öğretmen çok’luğu bir kenara bıraktı ve bildiğini okumaya devam etti. Biraz mücadele edenler de bir süre sonra pes ettiler. Israrcı olanlar ise sonuçta şunu gördüler: Bu uygulama da başka yaftalara yol açıyordu. ‘Senin içsel zekan daha iyi. Senden matematiksel deha çıkmaz. Buna çalış sen evladım’. Yani, görünen yeteneğinden farklı seçim yapmak isteyen çocukların bir şekilde elenmesini sağlıyordu, çoklu zekâ da. IQ’nun kalesi gittikçe güçleniyordu. Zaten standart testlerin egemenliği sürdüğü müddetçe dil ve matematik başarısı olmadan kimsenin ilerleme şansı yoktu. “Peki; ama madem yine IQ durağına gelecektik, bu kadar yolu niye teptik?” diye soran bile olmadı. Hemen yüklerimizi bıraktık ve önümüzdeki yeni öneriye bakmaya başladık.

Çeşitli nedenlerle çoklu zekâ kadar gündemimizi işgal etmese de -benim gibi- bir süre de öğrenme stilleri kompartımanına takılanlar oldu. Bireysel farklılıklar içinde bilişsel stil farklılıklarının önemli bir yeri olduğu kabulünden hareketle öğrenenlerin çeşit çeşit öğrenme stillerinin olduğu, bu öğrenme stillerine göre eğitim verilmesi halinde öğrenenlerin daha başarılı olacağı öngörüsünden hareket eden yaklaşıma göre; örneğin görsel öğrenme stili baskın olan öğrenciye bu öğrenme stilinde eğitim vermek gerekiyordu. Öğrenme stilleri üzerine çalışan bazı araştırmacıların, öğrencinin öğrenme stili kadar eğitim sistemi üzerinde hakim olan stilin de önemli olduğu, yani öğrencinin baskın stili olmasa da toplumda/eğitimde baskın olan stilde de öğrencilerin geliştirilmesi gerektiği uyarısı da pek dikkate alınmadı. Seçilen öğrenme stili modeline göre öğrencilerin öğrenme stili belirleniyor ve öğretmenler/veliler bu öğrenme stiline uygun eğitim verme/eğitime bu yönde destek olma konusunda yönlendiriliyordu. Zamanla öğrenme stilleri üzerine yapılan farklı araştırma sonuçlarıyla bu uğraşın olumlu katkıları olabileceği; fakat bu kadar çabaya değmeyebileceği fark edilmeye başlandı. Bazı araştırmalar, öğrenenlerin öğrenme stiline göre değil; konu içeriğinin, materyalin hangi öğrenme stilinde daha uygun sunulabileceğine göre hareket edilmesinin bütün öğrencilerin öğrenmesine daha fazla katkı yaptığını ortaya koyuyordu. Anlaşılacağı üzere; “Bu maksatla öğrenme stillerini belirlemek, müfredat oluşturmak vb. için o kadar maliyete ne gerek vardı?” diye sormadık tabi. Gördüğümüz; ama hakkında konuşmadığımız manzara şuydu sanırım: Öğretim tasarımının temel ilkelerine göre hareket etmek, öğrenme stilleriyle uğraşmaktan çok daha kolaydı, uygundu ve etkiliydi. Ve yine önümüze döndük; yeni öneri neydi, bakmak için.

Hâlbuki bazen önümüze değil, arkamıza bakmamız bizim için daha iyi sonuç verebilir. Ne demek mi istiyorum? Çoklu zekâ ya da çoklu yetenekler, adı her ise elbette vardır. Bilimsel verilere gerek bile duymadan, herkesin kabul edebileceği üzere, insanların öğrenme stilleri arasında da farklılıklar vardır. Fakat bunları öğrenme alanına aktarmak sanıldığı kadar kolay olmadığı gibi bazen gerçekten gerekli de olmayabilir. Eğitim bütünsel bir süreçtir. Alana müdahale eden değişkenler çok fazladır. İyi ve doğru olan her şart altında iyi ve doğru etki etmeyebilir. Hatta bazen ters bile tepebilir. Her gördüğümüzü, hatta bilimsel olarak ispat edildiği söylenenleri bile eğitime uyarlamaya kalkmak yerine biraz da deneyimimize ve şartlarımıza bakmak yerinde olabilir. Ayrıca biraz gözü açık olmak; bu tip moda hareketlerin yani eğitim trendlerinin ideolojik ya da ekonomik bazı tekellerin bir çeşit şekillendirme çabası olabileceğini de fark etmemizi sağlayabilir. Ayrıca tekil önerileri alıp onlarla iştigal ederken büyük resmi de gözden kaçırıyor olabiliriz. Mesela bireysel farklılıklar konusunda gelinen durum o kadar ilginçtir ki bireysel farklılıklar açısından şu an en güçlü görünen öneri, evrensel tasarımdır. Yani önce, bireysel farklılıklara göz kırpmak yerine engelliler dahil herkes için asgari müştereği sağlamak. Önce dezavantajları gidermek. Ne güzel ki evrensel tasarım konusu ülkemizde de gündem olmaya başladı. Fakat umarım bunu da öncekilerde yaptığımız gibi iyice ölçüp tartmadan ezber bozma mizanseniyle sürekli yönümüzü sağa sola çeviren aklı evvellere uyup bir yenilik çılgınlığı içerisinde sömürüp kısa sürede çöpe çıkarmayız. Çünkü maalesef, eğitimde ezbere hayır diyenlerin, yeni ezberler yaptırmak için sürekli ezberimizi bozması bizim için oldukça eski bir gelenek. Sıradaki?


Yazıda Geçen Anahtar Kavramlar İçin Okuma & İnceleme Önerileri: 
Evrensel Tasarım Hakkında Okuma & İnceleme Önerileri: 
Eğitim & öğrenmede Evrensel Tasarım hakkında bilgi edinmek için ilgili kuruluşların belirtilen linklerine bakılabilir:

Çoklu Zeka Hakkında Okuma & İnceleme Önerisi: 
Bekir S. Gür'ün "Eğitimle İmtihan (2004-2013)" kitabında üçüncü bölümdeki "Çoklu Zekâ Kuramının Pedagojik Sorunları" isimli makale ve kaynakçasına bakılabilir. 

Öğrenme Stilleri Hakkında Okuma & İnceleme Önerisi: 
Feza Orhan'ın "Öğretim Tarzı ve Öğretim Teknolojileri" isimli makalesi ve kaynakçasına bakılabilir (K. Çağıltay ve Y. Göktaş'ın editörlüğünde hazırlanan "Öğretim Teknolojilerinin Temelleri: Teoriler, Araştırmalar, Eğilimler" isimli kitabın içinde). 



10 Nisan 2016 Pazar

Bilim Okulda

Bilginin yayılma ya da bilgiye ulaşılma hızı hangi seviyeye gelmiş olursa olsun bir bilimi/disiplini anlamak, ona vukuf etmek sadece alanla ilgili bilgilere ulaşmakla mümkün olmaz. Bilim felsefesinin meselelerini bu yazı çerçevesinde tartışmak kabil olmamakla beraber öz olarak şunu söyleyebilirim: Bir bilim alanının varlığı, bir bilim geleneği ve bilimsel topluluğa işaret eder. Her bilim insanı da o geleneğin ve topluluğun içerisinde yoğrularak kendi çizgisini bulur. Konu alanlarındaki bilimsel anlayışla hiç ilgilenmemiş ya da bağları zayıf kalmış öğretmenlerin çok şey biliyor olsalar da alanlarına bu anlamda yabancı kaldıkları bilinen bir durumdur. Ve bu yabancılık, onların bir ders olarak kendi bilim alanlarını öğrenciler nezdinde temsillerinde sorunlara yol açmaktadır. Örneğin; tarih öğretmenliği yaptığım süre boyunca en önemli gözlemlerimden birisi, tarih metodolojisini iyi bilmeyen ve dolayısıyla öğrencilerine aktaramayan öğretmenlerin bütün tarihi olaylara ‘kılıç kalkan ekibi’ gibi ve ‘ham yobaz’ bir bağnazlık içerisinde yaklaşan taraflar yetiştirmede oldukça başarılı olduklarıdır ki bu durum bir sosyal bilimler disiplini olarak tarihin değerini, kuru ezber ve slogan kalabalığı derekesine düşürmektedir. Öğrenenleri düşürdüğü durumu ayrıca tarife gerek yoktur sanıyorum.

İlkokul ve ortaokul seviyesindeki hayat bilgisi ya da sosyal bilgiler gibi bazı derslerin temel özellikleri itibarıyla bir bilim alanını değil de öğreti ya da öğretileri taşıyıcı olmaları da sorunun başka bir veçhesini yansıtır. Çocuklar -özellikle hayat bilgisi için belirtmek gerekirse- bu derslere maruz kaldıkları süre boyunca bilişsel anlamda elle tutulur bir şeyler öğrenmedikleri gibi karşılarında araştırmacı, sorgulayıcı, okuyan, yazan, bir bilim insanı - öğretmen karması da göremezler. Çünkü bir çeşit iyi-uyumlu vatandaş yetiştirme amacındaki dersin yapısı buna uygun değildir. Bana kalırsa bu durum, öğretmenin en iyi rol model olduğu, sosyal öğrenmenin en etkin olduğu ilkokul yılları için başlı başına bir kayıptır. Oysaki bu derslerin sosyal bilimlere daha yakın bir anlayışla yani temel bilim hüviyetlerinden sapmadan yapılandırılması halinde çocukların hem bilim alanını anlamaları, benimsemeleri hem de düşünme ve araştırma becerilerini geliştirmeleri daha olanaklı olabilir.

Zorunlu eğitimden geçen herkesin bilim insanı olması, tabi ki olası değildir; fakat yukarıdaki örneklerde ifade etmeye çalıştığım gibi bir konu alanının öğrencilere nasıl yansıtıldığı yani içeriğin niteliği ve buna bağlı olarak öğretmenin niteliği & yaklaşımı bütün öğrenenlerin gelişimi için önemli ve belirleyici olmaktadır. Bu yönüyle, en basit mesleği-işi icra edeni de dahil olmak üzere yetiştirdiğimiz herkesin temel bir bilim anlayışına sahip olması insan niteliğimize yapacağı katkılar açısından önemlidir. Bu amaçla, öğrenenlerin bilimsel anlayışlarını, düşünme ve araştırma becerilerini geliştirmek için hem öğretim programları hem de öğretmen yetiştirme ve hizmet içi eğitim sistemlerini bu açıdan yeniden gözden geçirmekte fayda olduğu düşünülebilir. Fakat her zaman olduğu gibi, amacımız öncelikle kendi kişisel gelişimimiz olduğuna ve blogun boyu okurları kadar olduğuna göre kendimizden başlayarak neler yapabileceğimize bakmak, daha bilimsel bir yaklaşım olacaktır. Önce basit sorudan başlayalım: Okulda bilim yapmak ve bilimsel anlayışı geliştirmek nasıl mümkün olur?