Bilginin yayılma ya da bilgiye
ulaşılma hızı hangi seviyeye gelmiş olursa olsun bir bilimi/disiplini anlamak,
ona vukuf etmek sadece alanla ilgili bilgilere ulaşmakla mümkün olmaz. Bilim
felsefesinin meselelerini bu yazı çerçevesinde tartışmak kabil olmamakla
beraber öz olarak şunu söyleyebilirim: Bir bilim alanının varlığı, bir bilim
geleneği ve bilimsel topluluğa işaret eder. Her bilim insanı da o geleneğin ve
topluluğun içerisinde yoğrularak kendi çizgisini bulur. Konu alanlarındaki
bilimsel anlayışla hiç ilgilenmemiş ya da bağları zayıf kalmış öğretmenlerin çok
şey biliyor olsalar da alanlarına bu anlamda yabancı kaldıkları bilinen bir
durumdur. Ve bu yabancılık, onların bir ders olarak kendi bilim alanlarını
öğrenciler nezdinde temsillerinde sorunlara yol açmaktadır. Örneğin; tarih
öğretmenliği yaptığım süre boyunca en önemli gözlemlerimden birisi, tarih
metodolojisini iyi bilmeyen ve dolayısıyla öğrencilerine aktaramayan öğretmenlerin
bütün tarihi olaylara ‘kılıç kalkan ekibi’ gibi ve ‘ham yobaz’ bir bağnazlık
içerisinde yaklaşan taraflar yetiştirmede oldukça başarılı olduklarıdır ki bu
durum bir sosyal bilimler disiplini olarak tarihin değerini, kuru ezber ve
slogan kalabalığı derekesine düşürmektedir. Öğrenenleri düşürdüğü durumu ayrıca
tarife gerek yoktur sanıyorum.
İlkokul ve ortaokul seviyesindeki
hayat bilgisi ya da sosyal bilgiler gibi bazı derslerin temel özellikleri itibarıyla
bir bilim alanını değil de öğreti ya da öğretileri taşıyıcı olmaları da sorunun
başka bir veçhesini yansıtır. Çocuklar -özellikle hayat bilgisi için belirtmek
gerekirse- bu derslere maruz kaldıkları süre boyunca bilişsel anlamda elle
tutulur bir şeyler öğrenmedikleri gibi karşılarında araştırmacı, sorgulayıcı,
okuyan, yazan, bir bilim insanı - öğretmen karması da göremezler. Çünkü bir
çeşit iyi-uyumlu vatandaş yetiştirme amacındaki dersin yapısı buna uygun
değildir. Bana kalırsa bu durum, öğretmenin en iyi rol model olduğu, sosyal
öğrenmenin en etkin olduğu ilkokul yılları için başlı başına bir kayıptır. Oysaki
bu derslerin sosyal bilimlere daha yakın bir anlayışla yani temel bilim
hüviyetlerinden sapmadan yapılandırılması halinde çocukların hem bilim alanını anlamaları,
benimsemeleri hem de düşünme ve araştırma becerilerini geliştirmeleri daha
olanaklı olabilir.
Zorunlu eğitimden geçen herkesin
bilim insanı olması, tabi ki olası değildir; fakat yukarıdaki örneklerde ifade
etmeye çalıştığım gibi bir konu alanının öğrencilere nasıl yansıtıldığı yani
içeriğin niteliği ve buna bağlı olarak öğretmenin niteliği & yaklaşımı bütün
öğrenenlerin gelişimi için önemli ve belirleyici olmaktadır. Bu yönüyle, en
basit mesleği-işi icra edeni de dahil olmak üzere yetiştirdiğimiz herkesin
temel bir bilim anlayışına sahip olması insan niteliğimize yapacağı katkılar
açısından önemlidir. Bu amaçla, öğrenenlerin bilimsel anlayışlarını, düşünme ve
araştırma becerilerini geliştirmek için hem öğretim programları hem de öğretmen
yetiştirme ve hizmet içi eğitim sistemlerini bu açıdan yeniden gözden geçirmekte
fayda olduğu düşünülebilir. Fakat her zaman olduğu gibi, amacımız öncelikle
kendi kişisel gelişimimiz olduğuna ve blogun boyu okurları kadar olduğuna göre
kendimizden başlayarak neler yapabileceğimize bakmak, daha bilimsel bir
yaklaşım olacaktır. Önce basit sorudan başlayalım: Okulda bilim yapmak ve
bilimsel anlayışı geliştirmek nasıl mümkün olur?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder