10 Nisan 2016 Pazar

Bilim Okulda

Bilginin yayılma ya da bilgiye ulaşılma hızı hangi seviyeye gelmiş olursa olsun bir bilimi/disiplini anlamak, ona vukuf etmek sadece alanla ilgili bilgilere ulaşmakla mümkün olmaz. Bilim felsefesinin meselelerini bu yazı çerçevesinde tartışmak kabil olmamakla beraber öz olarak şunu söyleyebilirim: Bir bilim alanının varlığı, bir bilim geleneği ve bilimsel topluluğa işaret eder. Her bilim insanı da o geleneğin ve topluluğun içerisinde yoğrularak kendi çizgisini bulur. Konu alanlarındaki bilimsel anlayışla hiç ilgilenmemiş ya da bağları zayıf kalmış öğretmenlerin çok şey biliyor olsalar da alanlarına bu anlamda yabancı kaldıkları bilinen bir durumdur. Ve bu yabancılık, onların bir ders olarak kendi bilim alanlarını öğrenciler nezdinde temsillerinde sorunlara yol açmaktadır. Örneğin; tarih öğretmenliği yaptığım süre boyunca en önemli gözlemlerimden birisi, tarih metodolojisini iyi bilmeyen ve dolayısıyla öğrencilerine aktaramayan öğretmenlerin bütün tarihi olaylara ‘kılıç kalkan ekibi’ gibi ve ‘ham yobaz’ bir bağnazlık içerisinde yaklaşan taraflar yetiştirmede oldukça başarılı olduklarıdır ki bu durum bir sosyal bilimler disiplini olarak tarihin değerini, kuru ezber ve slogan kalabalığı derekesine düşürmektedir. Öğrenenleri düşürdüğü durumu ayrıca tarife gerek yoktur sanıyorum.

İlkokul ve ortaokul seviyesindeki hayat bilgisi ya da sosyal bilgiler gibi bazı derslerin temel özellikleri itibarıyla bir bilim alanını değil de öğreti ya da öğretileri taşıyıcı olmaları da sorunun başka bir veçhesini yansıtır. Çocuklar -özellikle hayat bilgisi için belirtmek gerekirse- bu derslere maruz kaldıkları süre boyunca bilişsel anlamda elle tutulur bir şeyler öğrenmedikleri gibi karşılarında araştırmacı, sorgulayıcı, okuyan, yazan, bir bilim insanı - öğretmen karması da göremezler. Çünkü bir çeşit iyi-uyumlu vatandaş yetiştirme amacındaki dersin yapısı buna uygun değildir. Bana kalırsa bu durum, öğretmenin en iyi rol model olduğu, sosyal öğrenmenin en etkin olduğu ilkokul yılları için başlı başına bir kayıptır. Oysaki bu derslerin sosyal bilimlere daha yakın bir anlayışla yani temel bilim hüviyetlerinden sapmadan yapılandırılması halinde çocukların hem bilim alanını anlamaları, benimsemeleri hem de düşünme ve araştırma becerilerini geliştirmeleri daha olanaklı olabilir.

Zorunlu eğitimden geçen herkesin bilim insanı olması, tabi ki olası değildir; fakat yukarıdaki örneklerde ifade etmeye çalıştığım gibi bir konu alanının öğrencilere nasıl yansıtıldığı yani içeriğin niteliği ve buna bağlı olarak öğretmenin niteliği & yaklaşımı bütün öğrenenlerin gelişimi için önemli ve belirleyici olmaktadır. Bu yönüyle, en basit mesleği-işi icra edeni de dahil olmak üzere yetiştirdiğimiz herkesin temel bir bilim anlayışına sahip olması insan niteliğimize yapacağı katkılar açısından önemlidir. Bu amaçla, öğrenenlerin bilimsel anlayışlarını, düşünme ve araştırma becerilerini geliştirmek için hem öğretim programları hem de öğretmen yetiştirme ve hizmet içi eğitim sistemlerini bu açıdan yeniden gözden geçirmekte fayda olduğu düşünülebilir. Fakat her zaman olduğu gibi, amacımız öncelikle kendi kişisel gelişimimiz olduğuna ve blogun boyu okurları kadar olduğuna göre kendimizden başlayarak neler yapabileceğimize bakmak, daha bilimsel bir yaklaşım olacaktır. Önce basit sorudan başlayalım: Okulda bilim yapmak ve bilimsel anlayışı geliştirmek nasıl mümkün olur?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder