18 Mart 2016 Cuma

Felsefesiz Eğitimin Teknoloji Çıkmazı - I

Eğitim üzerine tartışmaların/çalışmaların bir şekilde psikolojiye bağlandığı 20. yy.dan teknolojiden icazet almadan eğitim üzerine tartışamadığımız/çalışamadığımız 21. yy.a vardığımızda Piaget’nin zihinsel gelişim dönemleri de yavaş yavaş yerini z kuşağı ve dijital yerliler güzellemelerine bıraktı. Çok değil 10-15 yıl önce ilkokul programlarının/derslerinin somut işlemler dönemine; ortaokul-lise programlarının/derslerinin soyut işlemler dönemine uygun olması gerektiği konusunda yaptığımız aşırı vurgu şimdi yerini z kuşağı ya da dijital yerliler kavramlarına bıraktı. Programlar/dersler işleyiş olarak z kuşağının ya da dijital yerlilerin özelliklerine uygun olmalıydı. Yoksa kinestetik tek eylemi “iPad parmağı”nı dijital arenada çeşitli yönlere hareket ettirmek olan z kuşağını ya da dijital yerlileri programa/derse bağlayamaz, onların ilgisini çekemez, hâsılı onlara hiçbir şey öğretemezdik.

Bu yaklaşım iki açıdan problemliydi. Öncelikle x, y, z kuşağı sınıflandırmasının kuşak araştırmaları bağlamında bilimsel bir arkaplanı olmadığının farkında olmamız gerekirdi. Dijital yerliler ya da dijital göçmenler şeklindeki ayrım da iyi bir betimleme aracı ya da metafor ikilisi oluşturmakla birlikte bilimsel araştırmalara dayanmıyordu. Her iki konuda da gerçekten geçerli ayrım ya da sınıflamalar yapabilmek için mesela etnoğrafik (internet üzerinden yapılanları için netnoğrafik) araştırmalar yapılarak karar verilebilirdi ki bölgesel/yerel farklılıklar olabileceği için konunun Türkiye özelinde çalışılması gerekirdi. Fakat bunların hiçbirisine gerek duymadan trendlerin tahakkümüne uyarak çocuklarımızı z kuşağı ya da dijital yerliler olarak etiketleyerek hem okulda hem de okul dışında eğitim standartlarının buna uygun hale getirilmesi koşuşturmacasına başladık. Korkarım, bu açıdan ortaya çıkan problemin ve olası sonuçlarının henüz farkında değiliz. Yine de içimiz rahat olsun: Araştırmaya dayalı bir eğitim anlayışımız olmadığı için bu uygulamaların sonuç değerlendirmelerini göremeyeceğimiz gibi işlemediğine karar verdiğimiz her uygulamayı hemen öbürüyle değiştirdiğimiz için çoklu zeka modeli örneğinde olduğu gibi bu kavramlardan yararlanmayı da yakında bırakacağımızı öngörebiliriz.

İkinci olarak konuya ilerlemeci eğitim felsefesinin bir gereği olarak pragmatik bir pedagoji anlayışıyla yaklaştığımız için trendlerin hegemonyasına girdiğimizi de fark edemedik. Eğitimin amacı neydi? Hayatı sürdürmek için faydalı ve bir meslek sahibi olmak için gerekli olanı öğrenmekti. Bunun için bilgilerin ezbere aktarılması yerine daha işlevsel olan okuryazarlıkların öğrenilmesi, iş dünyası için gerekli olan becerilerin kazandırılması gerekliydi. Tabi ki bunlar da dijital çağın gerekliliklerine uygun olmalı ve z kuşağı ve dijital yerlilerin özelliklerine göre sunulmalıydı. Görünen manzara budur; fakat olması gereken nedir? Elbette pedagoji nasıl daha iyi öğrenilebileceği üzerine kafa yormalıdır. Tabi ki etkililik önemlidir; fakat bir şeyin özünü etkililiğine feda etmenin sonuçlarını hesaplayabiliyor muyuz? Sanırım cevap hayır, çünkü bildik 21. yy. eğitim jargonu dışında eğitim felsefemizin nasıl olması gerektiği üzerine kafa yormadığımız için eğitimi 21. yy.a iyi çalışanlar yetiştirmenin yolu olarak görmeye devam ediyoruz. Bu yüzden eğitimin amacı bu mu olmalı? sorusuna hakikatli bir cevap verdiğimizde z kuşağı sınıflaması ya da dijital yerliler - dijital göçmenler ayrımına uygun eğitim vermenin anlamını da yeniden sorgulamamız gerekecek.

Şimdi oturup yeniden düşünelim bakalım, bir eğitim felsefemiz var mı yoksa eğitimde psikoloji tahakkümü yerini uygulamanın krallığına yani teknolojinin tiranlığına mı bıraktı?


*Günümüz çocuklarını kuşak özelliklerini inceleyerek daha iyi anlamakla ilgilenenlere uzun soluklu araştırmalarla şekillenen Gardner ve Davis'in App Kuşağı nitelemesi ve argümanlarını incelemeleri önerilir. 


1 yorum:

  1. Eğitim felsefemiz? O da ne ??? Güzel bir yazı kaleme almışsınız hocam teşekkürler.

    YanıtlaSil