Eğitim üzerine
tartışmaların/çalışmaların bir şekilde psikolojiye bağlandığı 20. yy.dan
teknolojiden icazet almadan eğitim üzerine tartışamadığımız/çalışamadığımız 21.
yy.a vardığımızda Piaget’nin zihinsel gelişim dönemleri de yavaş yavaş yerini z
kuşağı ve dijital yerliler güzellemelerine bıraktı. Çok değil 10-15 yıl önce
ilkokul programlarının/derslerinin somut işlemler dönemine; ortaokul-lise
programlarının/derslerinin soyut işlemler dönemine uygun olması gerektiği
konusunda yaptığımız aşırı vurgu şimdi yerini z kuşağı ya da dijital yerliler
kavramlarına bıraktı. Programlar/dersler işleyiş olarak z kuşağının ya da
dijital yerlilerin özelliklerine uygun olmalıydı. Yoksa kinestetik tek eylemi
“iPad parmağı”nı dijital arenada çeşitli yönlere hareket ettirmek olan z
kuşağını ya da dijital yerlileri programa/derse bağlayamaz, onların ilgisini
çekemez, hâsılı onlara hiçbir şey öğretemezdik.
Bu yaklaşım iki açıdan
problemliydi. Öncelikle x, y, z kuşağı sınıflandırmasının kuşak araştırmaları
bağlamında bilimsel bir arkaplanı olmadığının farkında olmamız gerekirdi.
Dijital yerliler ya da dijital göçmenler şeklindeki ayrım da iyi bir betimleme
aracı ya da metafor ikilisi oluşturmakla birlikte bilimsel araştırmalara
dayanmıyordu. Her iki konuda da gerçekten geçerli ayrım ya da sınıflamalar
yapabilmek için mesela etnoğrafik (internet üzerinden yapılanları için
netnoğrafik) araştırmalar yapılarak karar verilebilirdi ki bölgesel/yerel
farklılıklar olabileceği için konunun Türkiye özelinde çalışılması gerekirdi. Fakat
bunların hiçbirisine gerek duymadan trendlerin tahakkümüne uyarak çocuklarımızı
z kuşağı ya da dijital yerliler olarak etiketleyerek hem okulda hem de okul
dışında eğitim standartlarının buna uygun hale getirilmesi koşuşturmacasına
başladık. Korkarım, bu açıdan ortaya çıkan problemin ve olası sonuçlarının
henüz farkında değiliz. Yine de içimiz rahat olsun: Araştırmaya dayalı bir
eğitim anlayışımız olmadığı için bu uygulamaların sonuç değerlendirmelerini göremeyeceğimiz
gibi işlemediğine karar verdiğimiz her uygulamayı hemen öbürüyle
değiştirdiğimiz için çoklu zeka modeli örneğinde olduğu gibi bu kavramlardan
yararlanmayı da yakında bırakacağımızı öngörebiliriz.
İkinci olarak konuya ilerlemeci
eğitim felsefesinin bir gereği olarak pragmatik bir pedagoji anlayışıyla
yaklaştığımız için trendlerin hegemonyasına girdiğimizi de fark edemedik.
Eğitimin amacı neydi? Hayatı sürdürmek için faydalı ve bir meslek sahibi olmak
için gerekli olanı öğrenmekti. Bunun için bilgilerin ezbere aktarılması yerine
daha işlevsel olan okuryazarlıkların öğrenilmesi, iş dünyası için gerekli olan
becerilerin kazandırılması gerekliydi. Tabi ki bunlar da dijital çağın
gerekliliklerine uygun olmalı ve z kuşağı ve dijital yerlilerin özelliklerine
göre sunulmalıydı. Görünen manzara budur; fakat olması gereken nedir? Elbette
pedagoji nasıl daha iyi öğrenilebileceği üzerine kafa yormalıdır. Tabi ki etkililik
önemlidir; fakat bir şeyin özünü etkililiğine feda etmenin sonuçlarını
hesaplayabiliyor muyuz? Sanırım cevap hayır, çünkü bildik 21. yy. eğitim
jargonu dışında eğitim felsefemizin nasıl olması gerektiği üzerine kafa
yormadığımız için eğitimi 21. yy.a iyi çalışanlar yetiştirmenin yolu olarak
görmeye devam ediyoruz. Bu yüzden eğitimin amacı bu mu olmalı? sorusuna
hakikatli bir cevap verdiğimizde z kuşağı sınıflaması ya da dijital yerliler -
dijital göçmenler ayrımına uygun eğitim vermenin anlamını da yeniden sorgulamamız
gerekecek.
Şimdi oturup yeniden düşünelim
bakalım, bir eğitim felsefemiz var mı yoksa eğitimde psikoloji tahakkümü yerini
uygulamanın krallığına yani teknolojinin tiranlığına mı bıraktı?
*Günümüz çocuklarını kuşak özelliklerini inceleyerek daha iyi anlamakla ilgilenenlere uzun soluklu araştırmalarla şekillenen Gardner ve Davis'in App Kuşağı nitelemesi ve argümanlarını incelemeleri önerilir.