14 Şubat 2016 Pazar

Yazmak üzerine...

Kırklı yaşlardaki bizler için yazı yazmak, kompozisyon yazma deneyimleri ile başlamıştır diyebiliriz. Giriş, gelişme, sonuç diye kompartımanlara böldüğümüz “kompozisyon”larda her bölüme uygun oranlarda cümle yerleştirdiğimiz çoğunlukla öğretmenimizin seçtiği alıntı bir cümle hakkında yazdığımız yazılarla başlar çoğumuzun yazı yazmayla hikâyesi. Kompozisyon da münazara gibi çoğunlukla kendi fikirlerini değil, başkalarının fikirlerini yazıyla ya da sözlü olarak belli bir disiplin içinde sunma aracına dönüşmüştür, eğitim kültürümüz içinde. Oysa yazı yazmak, aynı münazara gibi hatta daha güçlü motivlerle bir konuyu enine boyuna tartışmak demektir. Yazı yazmak düşünceleri organize etmek, farklı fikirler arasında bağ kurmak ve yeni fikirler üretmek/yaratmak için birebirdir. Ne çare ki, sevimsiz bir genellemeyle ifade etmek gerekirse biz yazmayı sevmeyen bir toplumuzdur ve eğitim sistemimiz de yazmayı sevdirmek ya da sevmeden de olsa öğretmek adına pek katkı sunmaz bize.

Yazı yazmak, daha çok edebiyatla ilişkili bir alan gibi görünür. Fakat en az edebiyat kadar diğer bilim ve disiplinleri de ilgilendirir. Örneğin; fen bilimleri de dahil herhangi bir bilim alanında yapılan bir araştırmada amaç ya da hipotezlerin ifadesinden, tartışma ve sonuç bölümlerinin oluşturulmasına kadar her aşamada yazı yazma becerisine ihtiyaç duyulur. Bu durumda kendilerinden bir araştırma ya da proje yürütmeleri beklenen en azından lise çağındaki öğrencilerin yazma konusunda belirli bir seviyeye ulaşmış olmaları gerekir. Hal böyleyken; yani, öğrencilerimize hem edebiyat hem de diğer bilim ve disiplinler anlamında ileride literatüre katkı sunacak ayarda tartışma ya da yazma kültürü kazandırabilmemiz bir ihtiyaçken, yazma işi okullarımızda Türkçe ve Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenlerinin müfredatları ve tabi yeterlikleri ölçüsünde bir yer bulabilmiştir ancak. Eğer yazmaya özel bir ilgisi yoksa bu branşlar dışında kalan öğretmenlerimiz, hem yazı yazmanın kendisini hem de yazım-noktalama kuralları gibi yazı niteliğini dolaylı olarak da olsa etkileyen unsurları kendi gündemleri ve tabi öğrencilerinin gündemi dışında tutmuştur.

Yazı yazmak fetişleşmiş C’ler[1] ve genelde uluslar arası ekonomik teşekküller ya da teknoloji devleri tarafından pohpohlanan trend beceriler arasında da -blog ya da mikroblog yazma gibi bazı uygulamalar dışında- yer bulamadığı için olsa gerek eğitim sistemimizle ilgili tartışmalarda ve reform önerilerinde de pek gündeme gelmez. Elbette bu satırların yazarı, taşıma fikirlerle döndürdüğümüz eğitim değirmeninin en önemli sorununun yazı yazma becerilerini yeterince kazandıramamak olduğunu iddia etmek niyetinde değil; fakat konuya dikkat çekmek düşüncesindedir. Çünkü kağıt bir satıh ya da dijital ekrana; sıradan bir kurşun kalem, afili bir dolmakalem ya da giyilebilir klavyeyle; zarif bir el yazısıyla ya da kargacık burgacık bir yazıyla veya intizamlı bir helveticayla… Hâsılı, nasıl olursa olsun yazı yazmak; insan için en başta kendi varlığının kaydını tutmaktır. Tüm “istendik” tanımlarına rağmen eğitimin amacıysa, insanın olmaklığına fırsat tanımaktır. Ve buradan bakıldığında eğitim açısından yazmanın önemi üzerine daha yazılacak çok şey var demektir.




[1] Creativity (Yaratıclık), Critical Thinking (Eleştirel Düşünme), Complex Problem Solving (Karmaşık Problem Çözme), Communication (İletişim), Colloboration (İşbirliği) vd. 

1 yorum:

  1. Yazı yazmada bir kalıcılık iddiası da vardır. Biz "muhabbeti" severiz.

    YanıtlaSil