Kırklı yaşlardaki bizler için yazı
yazmak, kompozisyon yazma deneyimleri ile başlamıştır diyebiliriz. Giriş,
gelişme, sonuç diye kompartımanlara böldüğümüz “kompozisyon”larda her bölüme
uygun oranlarda cümle yerleştirdiğimiz çoğunlukla öğretmenimizin seçtiği alıntı
bir cümle hakkında yazdığımız yazılarla başlar çoğumuzun yazı yazmayla hikâyesi.
Kompozisyon da münazara gibi çoğunlukla kendi fikirlerini değil, başkalarının
fikirlerini yazıyla ya da sözlü olarak belli bir disiplin içinde sunma aracına
dönüşmüştür, eğitim kültürümüz içinde. Oysa yazı yazmak, aynı münazara gibi
hatta daha güçlü motivlerle bir konuyu enine boyuna tartışmak demektir. Yazı
yazmak düşünceleri organize etmek, farklı fikirler arasında bağ kurmak ve yeni
fikirler üretmek/yaratmak için birebirdir. Ne çare ki, sevimsiz bir
genellemeyle ifade etmek gerekirse biz yazmayı sevmeyen bir toplumuzdur ve
eğitim sistemimiz de yazmayı sevdirmek ya da sevmeden de olsa öğretmek adına
pek katkı sunmaz bize.
Yazı yazmak, daha çok edebiyatla ilişkili
bir alan gibi görünür. Fakat en az edebiyat kadar diğer bilim ve disiplinleri
de ilgilendirir. Örneğin; fen bilimleri de dahil herhangi bir bilim alanında yapılan
bir araştırmada amaç ya da hipotezlerin ifadesinden, tartışma ve sonuç bölümlerinin
oluşturulmasına kadar her aşamada yazı yazma becerisine ihtiyaç duyulur. Bu
durumda kendilerinden bir araştırma ya da proje yürütmeleri beklenen en azından
lise çağındaki öğrencilerin yazma konusunda belirli bir seviyeye ulaşmış
olmaları gerekir. Hal böyleyken; yani, öğrencilerimize hem edebiyat hem de diğer
bilim ve disiplinler anlamında ileride literatüre katkı sunacak ayarda tartışma
ya da yazma kültürü kazandırabilmemiz bir ihtiyaçken, yazma işi okullarımızda Türkçe
ve Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenlerinin müfredatları ve tabi yeterlikleri ölçüsünde
bir yer bulabilmiştir ancak. Eğer yazmaya özel bir ilgisi yoksa bu branşlar
dışında kalan öğretmenlerimiz, hem yazı yazmanın kendisini hem de
yazım-noktalama kuralları gibi yazı niteliğini dolaylı olarak da olsa etkileyen
unsurları kendi gündemleri ve tabi öğrencilerinin gündemi dışında tutmuştur.
Yazı yazmak fetişleşmiş C’ler[1]
ve genelde uluslar arası ekonomik teşekküller ya da teknoloji devleri tarafından
pohpohlanan trend beceriler arasında da -blog ya da mikroblog yazma gibi bazı
uygulamalar dışında- yer bulamadığı için olsa gerek eğitim sistemimizle ilgili
tartışmalarda ve reform önerilerinde de pek gündeme gelmez. Elbette bu
satırların yazarı, taşıma fikirlerle döndürdüğümüz eğitim değirmeninin en
önemli sorununun yazı yazma becerilerini yeterince kazandıramamak olduğunu
iddia etmek niyetinde değil; fakat konuya dikkat çekmek düşüncesindedir. Çünkü
kağıt bir satıh ya da dijital ekrana; sıradan bir kurşun kalem, afili bir
dolmakalem ya da giyilebilir klavyeyle; zarif bir el yazısıyla ya da kargacık
burgacık bir yazıyla veya intizamlı bir helveticayla… Hâsılı, nasıl olursa
olsun yazı yazmak; insan için en başta kendi varlığının kaydını tutmaktır. Tüm “istendik”
tanımlarına rağmen eğitimin amacıysa, insanın olmaklığına fırsat tanımaktır. Ve
buradan bakıldığında eğitim açısından yazmanın önemi üzerine daha yazılacak çok şey var
demektir.
[1] Creativity
(Yaratıclık), Critical Thinking (Eleştirel Düşünme), Complex Problem Solving
(Karmaşık Problem Çözme), Communication (İletişim), Colloboration (İşbirliği)
vd.
Yazı yazmada bir kalıcılık iddiası da vardır. Biz "muhabbeti" severiz.
YanıtlaSil