29 Şubat 2016 Pazartesi

Eğitimin Taksonomilerle İmtihanı

Türkiye özelinde Bloom ile özdeşleşmiş olsa da dünyada Gagne gibi farklı isimlerle de anılan eğitim amaçlarının aşamalı sınıflandırılması anlamında taksonomi kavramı Davranışçı yaklaşımın bize hediyesi sayılabilir. Eğitim alanı bilişsel, duyuşsal ve devinişsel olmak üzere üç alana bölünmüştür ve her üç alanda da amaçları sınıflandırmak için çeşitli taksonomiler mevcuttur. Taksonomiler program geliştirme ve ölçme değerlendirme gibi farklı alanlarda öğretim amaçlarının seviyelendirilerek öğrenenlere içeriğin her seviyede sunulması, sunulanların öğrenilip öğrenilmediğinin sorgulanması vb. amaçlarla kullanılır.

Her ne kadar üç alandan söz ediliyor olsa da aslında en çok üzerinde durulan bilişsel (idrak ile ilgili) alandır ve Türkiye’de öğretmen olan, eğitim üzerine çalışan herkesin en azından Bilişsel alandaki Bloom Taksonomisini bir şekilde bildiği varsayılır. Tabi ki bilmek ayrı, kullanmak ayrıdır ve bilinen Bloom; kullanılan ise çoğunlukla Bloom’un alt seviyeleri olan -revize edilmiş Bloom Taksonomisine göre- ‘hatırla’, ‘anla’, ‘uygula’ aşamalarıdır. Konu hakkında az da olsa deneyimi olan birisinin, bu durumda taksonominin yetersizlikleri kadar taksonomi kullanmaktaki isteksizliğin de etkili olduğunu fark etmesi zor olmaz. Çünkü örneğin revize edilmiş Bloom Taksonomisi bir amacın 24 farklı şekilde ifade edilebileceği bir sistematiğe sahiptir ve bir kişinin bu aracı etkili bir şekilde kullanabilmesi için taksonomiyi iyi tanıması dışında, konu alanında uzman olması, Türkçeyi iyi bilmesi ve hatta yazma becerisine sahip olması gerekmektedir. Ayrıca Türkiye’de müfredatın merkezi olarak uygulanması nedeniyle öğretmenlerin kendi programlarını geliştirme zorunluluğunun olmamasının da taksonomi kullanımı konusunda yeterli yerel deneyimin oluşmasına engel olduğu, bu nedenle bu işle uğraşan az sayıda eğitimciye taksonominin teorik karmaşıklığının aşılamaz gibi geldiği söylenebilir. Fakat taksonominin isteksizliğe neden olabilecek karmaşıklığına rağmen kullanmayı teşvik eden yönleri de vardır. Örneğin; revize edilmiş Bloom Taksonomisinde üst düzey bilişsel seviyede ‘analiz et’, ‘değerlendir’ ve ‘yarat’ aşamaları yer almaktadır. Eleştirel düşünme, yaratıcılık ve yaratıcı düşünme, problem çözme, karar verme gibi düşünme becerilerinin bu üç aşama içinde yer aldığı ve taksonominin etkili kullanılması halinde bu becerilerin öğrencilere kazandırılması için de iyi bir araç olduğu düşünülür. Bunun gibi nedenler de taksonomi kullanmanın çekiciliğini artırmaktadır.

Buraya kadar yazılanlara bakılınca karmaşık ve güç bir iş olsa da taksonomilerin kullanılması eğitim açısından olumlu sonuçlar sağlayabilir gibi görünmektedir. Buna rağmen; taksonomi kullanarak öğrencilerimizin üst düzey bilişsel becerilerini ya da düşünme becerilerini geliştirme yoluna girmeden önce kendi düşünme becerilerimizi biraz zorlayıp şu sorulara cevap vermek faydalı olabilir: Neden eğitim alanı bilişsel, duyuşsal ve devinişsel olarak üçe bölünmektedir? Açıkça Davranışçı yaklaşımın etkisiyle oluşmuş bu bölünme Yapılandırmacı yaklaşımla eğitim yaptığımız iddiasındayken neden sürdürülmektedir? Daha farklı alanlar olabileceği, farklı bir bölümleme yapılabileceği gibi bütüncül bir yaklaşım da geliştirilemez mi? Yani neden eğitimi alanlara bölmek zorunda olalım ki? Ayrıca neden daha sade bir taksonomi kullanmıyoruz ya da daha iyi bir soru olarak; neden daha sade taksonomiler geliştirmiyoruz? Pekala şu da sorulabilir: Neden taksonomi kullanmak zorundayız? Taksonomiye hamlettiğimiz işlevleri başka yollarla gerçekleştiremez miyiz?

Eğitimin taksonomilerle imtihanı orijinal Bloom Taksonomisinin yayınlandığı 1956’dan beri yani 60 yıldır devam etmektedir. Belki de iyi niyetle tanımlama ve tasnif etme gayretiyle çizilen bu çemberden çıkıp başka bir çerçeveden konuya bakmak bugüne kadar göremediğimiz farklı çözüm yolları olduğunu bize gösterebilir. Öyle ya, bazen ezberleri sorgulamak ‘göle maya çalmak’ gibidir ve ‘ya tutarsa?’ gibi bazı sorular da inovatif bir cesareti kışkırtabilir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder