Kısaca bilimsel gelişmelerin
halka mal edilmesi, halk tarafından anlaşılması, benimsenmesi hatta halkın bilimle
meşguliyeti olarak açıklanabilecek olan bilim iletişimi (science communication)
kavramı bilimsel devrimin başından beri önemli görülse de sistematik bir
anlayış olarak 20. yy. sonlarında ortaya çıkmıştır. Schafer (aktaran Dursun,
2010, s. 2)’ın belirttiğine göre; başlangıçta “Halkın Bilimi Kavraması (Public
Understanding of Science, PUS)” şeklinde ifade edilen bilim iletişimi anlayışı
zamanla “Halkın Bilim ve Teknolojiyle Bağlantısı/Mesguliyeti (Public Engagement
with Science and Technology, PEST)”na dönüşmüştür. Bu dönüşüm aslında daha çok
halkın sadece kendisinin bilmesine bilim çevrelerince izin verilen konularda gelişmeleri
takip eden rolünden genel olarak bilimsel alanı etkileşimli olarak bir nevi
katılımcı olarak izleyebilmesi dolayısıyla etik açıdan daha uygun görünen bir
pozisyonda katılımcı bir rol kazanması olarak yorumlanabilir.
İlginç bir şekilde bilim
iletişimi konusu, doğrudan öğretmenlerin gündemine hemen hemen hiç
girmemektedir. Sadece fizik, kimya, biyoloji ya da fen bilimleri alanlarında
öğretmenlik yapan ve alanlarındaki bilimsel gelişmelerle özel olarak ilgilenen
öğretmenler ya da bilim merkezlerinde çalışan, ve/veya TÜBİTAK gibi oluşumlar
için proje geliştirme vb. çabalar içerisine giren öğretmenler dışında genel
olarak öğretmenler topluluğu için alandaki bilimsel gelişmelerin takibi oldukça
ilgisiz olduğumuz bir konudur. Dolayısıyla bilim iletişimi de eğitimciler
olarak bizlerin pek etkin olmadığımız bir alandır.
Bu ilgisizlik öğretmenlere
yönelik hizmet içi eğitim çalışmalarında da belirgin bir şekilde kendisini
gösterir. Zaten yapılan eğitimlerin çoğunluğu alanlara özel olmadığı genelde
tüm öğretmenleri kapsayacak şekilde yapıldığı için böyle bir nitelik taşıması
mümkün olmamaktadır. Ayrıca eğitimler genelde ya pedagoji ya da bugünlerde
trend olduğu üzere teknolojiye odaklanmaktadır. Oysa lisans eğitiminden sonra tabiri
caizse uygulamaya boğulan öğretmenlerin bağlı oldukları bilim/disiplin
alanındaki gelişmeleri takip edebilmesi için hizmet içi eğitimler oldukça etkili
bir şekilde kullanılabilecek önemli bir araçtır.
Anlaşılacağı üzere bu satırların
yazarı bilim iletişiminde öğretmenlerin etkili bir rol sahibi olması
gerektiğini savunmaktadır ki böyle bir yaklaşım Türkiye’de olduğu kadar dünyada
da bilim iletişiminde pek kullanılan bir yol değildir. Oysa ki öğrencilere bir
bilim ya da disiplini öğretme iddiasında olan öğretmenlerin bir pedagog olduğu
kadar kendi bilim/disiplin alanının temsilcisi olması gerektiği de aslında
örtük olarak hatta bazı durumlarda açık olarak mevcut bir varsayımdır. Örneğin;
biyoloji hakkında yeni bir bilgi öğrendiğimizde tanıdığımız bir biyoloji
öğretmenine konunun detaylarını soruyor olmamız bu varsayımın açık bir
göstergesidir. Elbette bir konu alanını öğretmekle onu uzmanlık düzeyinde
bilmek birbirinden ayrı becerilerdir; ama alandaki gelişmeleri takip eden bir
öğretmen öğrencilerin ve dolayısıyla halkın bilime katılımı açısından
önemli/etkili bir rolü doğal olarak üstlenmiş olur. Üstelik, bu durum
müfredatın sürekli güncellenmesini de sağlayacaktır ki bu da konunun sorun
yaşadığımız başka bir boyutudur.
Tabi, bir öğretmenin böyle bir
role -bilim iletişimcisi olarak öğretmen- sahip olabilmesi için araştırma
becerilerine de sahip olması gerekmektedir. Alandaki gelişmeleri nasıl takip
edeceğinden, nasıl yorumlayıp öğrencilerine aktaracağına kadar her boyutta
araştırma becerileri bu açıdan da önemlidir.
Konuyu genelde fen bilimleri ya
da teknolojiyle ilgili uygulama bilimleri açısından ele alan bilim iletişimi kavramının
sınırlılıklarına da dikkat etmelidir elbette. Kişisel görüşüme göre; sosyal
bilimler, felsefe gibi disiplinler ve temel eğitim öğretmenlik alanları da bu
çerçevede düşünülmesi gereken alanlardır. Özellikle STEM gibi trendlerin de
etkisiyle bilim alanının sadece fen bilimleri olarak algılanması gibi bir sorunla
da karşı karşıya olduğumuzun farkında olarak bilim iletişimi kavramına daha
farklı bir boyutu bu şekilde biz ekleyebiliriz. Böylece bütüncül bir bilim
yaklaşımının gelişmesi açısından da etkili olmuş oluruz.
Elbette, bütün bunlar tek başına
öğretmenlerin yapabileceği işler değildir. Öncelikle eğitim fakültelerinin hatta
temel bilimler fakültelerinin ve MEB’in bu vizyonu paylaşması gerekir. Hem
öğretmenlerin araştırma becerilerinin geliştirilmesi hem de bilim alanında
kendilerini geliştirebilmeleri ve dahi hizmet içi eğitimler yoluyla bu
süreçlerin sürekli desteklenmesi açısından kurumların bilim iletişimi
konusundaki sorumluluklarının farkında olmaları gerekir.
Fakat kamu kurumlarında bu tip
dönüşümlerin ne kadar uzun zaman aldığını bilen bizler, belki yine bireysel
olarak kendimizden ya da değişime daha kolay uyum sağlayan özel öğretim
kurumlarından, öğrenme topluluklarından başlayarak bu alanda örnek çalışmalar
yapmalıyız. Alanımızdaki gelişmelerin paylaşıldığı dergileri tarayarak okumaya
başlamak ve daha spesifik hizmet içi eğitim çalışmaları talep etmek ya da varsa
yetkimiz geliştirmek bir başlangıç olabilir belki.
Kim bilir, belki ülke olarak kendimizi
bilim karşısında sadece uygulayıcı hatta taklitçi gibi hissettiğimiz toplumsal
bilinçaltımızı da bu sayede aşar ve kendimize daha saygın, etik ve estetik bir konum
seçeriz böylece.
Kaynakça
Dursun, Ç. (2010). Dünyada bilim iletişiminin gelişimi ve farklı yaklaşımlar:
Toplum için bilimden toplumda bilime. Kurgu
Online International Journal of Communication Studies, 2, 1-31.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder