1 Şubat 2016 Pazartesi

Bilim İletişiminde Öğretmenlerin Rolü

Kısaca bilimsel gelişmelerin halka mal edilmesi, halk tarafından anlaşılması, benimsenmesi hatta halkın bilimle meşguliyeti olarak açıklanabilecek olan bilim iletişimi (science communication) kavramı bilimsel devrimin başından beri önemli görülse de sistematik bir anlayış olarak 20. yy. sonlarında ortaya çıkmıştır. Schafer (aktaran Dursun, 2010, s. 2)’ın belirttiğine göre; başlangıçta “Halkın Bilimi Kavraması (Public Understanding of Science, PUS)” şeklinde ifade edilen bilim iletişimi anlayışı zamanla “Halkın Bilim ve Teknolojiyle Bağlantısı/Mesguliyeti (Public Engagement with Science and Technology, PEST)”na dönüşmüştür. Bu dönüşüm aslında daha çok halkın sadece kendisinin bilmesine bilim çevrelerince izin verilen konularda gelişmeleri takip eden rolünden genel olarak bilimsel alanı etkileşimli olarak bir nevi katılımcı olarak izleyebilmesi dolayısıyla etik açıdan daha uygun görünen bir pozisyonda katılımcı bir rol kazanması olarak yorumlanabilir.

İlginç bir şekilde bilim iletişimi konusu, doğrudan öğretmenlerin gündemine hemen hemen hiç girmemektedir. Sadece fizik, kimya, biyoloji ya da fen bilimleri alanlarında öğretmenlik yapan ve alanlarındaki bilimsel gelişmelerle özel olarak ilgilenen öğretmenler ya da bilim merkezlerinde çalışan, ve/veya TÜBİTAK gibi oluşumlar için proje geliştirme vb. çabalar içerisine giren öğretmenler dışında genel olarak öğretmenler topluluğu için alandaki bilimsel gelişmelerin takibi oldukça ilgisiz olduğumuz bir konudur. Dolayısıyla bilim iletişimi de eğitimciler olarak bizlerin pek etkin olmadığımız bir alandır.

Bu ilgisizlik öğretmenlere yönelik hizmet içi eğitim çalışmalarında da belirgin bir şekilde kendisini gösterir. Zaten yapılan eğitimlerin çoğunluğu alanlara özel olmadığı genelde tüm öğretmenleri kapsayacak şekilde yapıldığı için böyle bir nitelik taşıması mümkün olmamaktadır. Ayrıca eğitimler genelde ya pedagoji ya da bugünlerde trend olduğu üzere teknolojiye odaklanmaktadır. Oysa lisans eğitiminden sonra tabiri caizse uygulamaya boğulan öğretmenlerin bağlı oldukları bilim/disiplin alanındaki gelişmeleri takip edebilmesi için hizmet içi eğitimler oldukça etkili bir şekilde kullanılabilecek önemli bir araçtır.

Anlaşılacağı üzere bu satırların yazarı bilim iletişiminde öğretmenlerin etkili bir rol sahibi olması gerektiğini savunmaktadır ki böyle bir yaklaşım Türkiye’de olduğu kadar dünyada da bilim iletişiminde pek kullanılan bir yol değildir. Oysa ki öğrencilere bir bilim ya da disiplini öğretme iddiasında olan öğretmenlerin bir pedagog olduğu kadar kendi bilim/disiplin alanının temsilcisi olması gerektiği de aslında örtük olarak hatta bazı durumlarda açık olarak mevcut bir varsayımdır. Örneğin; biyoloji hakkında yeni bir bilgi öğrendiğimizde tanıdığımız bir biyoloji öğretmenine konunun detaylarını soruyor olmamız bu varsayımın açık bir göstergesidir. Elbette bir konu alanını öğretmekle onu uzmanlık düzeyinde bilmek birbirinden ayrı becerilerdir; ama alandaki gelişmeleri takip eden bir öğretmen öğrencilerin ve dolayısıyla halkın bilime katılımı açısından önemli/etkili bir rolü doğal olarak üstlenmiş olur. Üstelik, bu durum müfredatın sürekli güncellenmesini de sağlayacaktır ki bu da konunun sorun yaşadığımız başka bir boyutudur.

Tabi, bir öğretmenin böyle bir role -bilim iletişimcisi olarak öğretmen- sahip olabilmesi için araştırma becerilerine de sahip olması gerekmektedir. Alandaki gelişmeleri nasıl takip edeceğinden, nasıl yorumlayıp öğrencilerine aktaracağına kadar her boyutta araştırma becerileri bu açıdan da önemlidir.

Konuyu genelde fen bilimleri ya da teknolojiyle ilgili uygulama bilimleri açısından ele alan bilim iletişimi kavramının sınırlılıklarına da dikkat etmelidir elbette. Kişisel görüşüme göre; sosyal bilimler, felsefe gibi disiplinler ve temel eğitim öğretmenlik alanları da bu çerçevede düşünülmesi gereken alanlardır. Özellikle STEM gibi trendlerin de etkisiyle bilim alanının sadece fen bilimleri olarak algılanması gibi bir sorunla da karşı karşıya olduğumuzun farkında olarak bilim iletişimi kavramına daha farklı bir boyutu bu şekilde biz ekleyebiliriz. Böylece bütüncül bir bilim yaklaşımının gelişmesi açısından da etkili olmuş oluruz.

Elbette, bütün bunlar tek başına öğretmenlerin yapabileceği işler değildir. Öncelikle eğitim fakültelerinin hatta temel bilimler fakültelerinin ve MEB’in bu vizyonu paylaşması gerekir. Hem öğretmenlerin araştırma becerilerinin geliştirilmesi hem de bilim alanında kendilerini geliştirebilmeleri ve dahi hizmet içi eğitimler yoluyla bu süreçlerin sürekli desteklenmesi açısından kurumların bilim iletişimi konusundaki sorumluluklarının farkında olmaları gerekir.

Fakat kamu kurumlarında bu tip dönüşümlerin ne kadar uzun zaman aldığını bilen bizler, belki yine bireysel olarak kendimizden ya da değişime daha kolay uyum sağlayan özel öğretim kurumlarından, öğrenme topluluklarından başlayarak bu alanda örnek çalışmalar yapmalıyız. Alanımızdaki gelişmelerin paylaşıldığı dergileri tarayarak okumaya başlamak ve daha spesifik hizmet içi eğitim çalışmaları talep etmek ya da varsa yetkimiz geliştirmek bir başlangıç olabilir belki.

Kim bilir, belki ülke olarak kendimizi bilim karşısında sadece uygulayıcı hatta taklitçi gibi hissettiğimiz toplumsal bilinçaltımızı da bu sayede aşar ve kendimize daha saygın, etik ve estetik bir konum seçeriz böylece.


Kaynakça
Dursun, Ç. (2010). Dünyada bilim iletişiminin gelişimi ve farklı yaklaşımlar: Toplum için bilimden toplumda bilime. Kurgu Online International Journal of Communication Studies, 2, 1-31.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder